Türk illerinin hürriyet ve istiklâli uğruna hayatını vakfeden büyüklerden birini de kaybettik. Ayaz İshaki İdilli aramızdan ebediyen ayrıldı.
Merhumun adı yarım asırdanberi İslâm Şarkı, Türk dünyası ve bilhassa Rusya mahkûmu milletlerin hayatını kavrayan içtimaî, siyasí ve millî hareketlerle ilgili tarihi şöhretler arasında bulunmaktadır.
23 Şubat 1878 de tarihí Kazan şehrinin civarında, Yavşirme köyünde, ruhâní bir âilenin çocuğu olarak dünyaya gelen Ayaz Bey, Cistay ve Kazan Medreselerinde İslami tahsil görmüş, sonra da «Uçitelskaya Şkola» denilen Rusca öğretmenlik kursuna devam etmiştir.
Bu kursu bitirince, merhum, doğduğu köyün imamlığına tayin olunmuştur.
İmâm, Kazan Türklüğünün zamanki şartları dahilinde, halkın sadece dinî ihtiyaçlarını tatmin eden bir hoca değil, aynı zamanda millî kültür ve içtimaî halk işlerini de gören bir cemaat hâdimi, bir halk öğretmeniydi. Ayaz Bey merhum, bu vazifeyi kendinde beliren edebî istidâd ve muharrirlik sâyesinde bilhassa başariyle ifa etmiştir.
Sayısı 50 yi bulan edebi eserlerinden ilkini teşkil eden «Taallümde Saadet» adındaki çok karakteristik eserini, merhum, 18 yaşında yazmıştır. Bir kaç yıl sonra, Kazan Türklüğünün hayatında edebi mühim bir hâdise teşkil eden «İnkıraz» eserini neşretmiştir. «Inkiraz», Türk – Tatarların, bulundukları seviyede kalır, terakki ve teceddüt hareketine katılmazlarsa, münkariz olacaklarını acı bir lisanla ifade ediyordu. Daha sonra 3 ciltlik «Molla Babay» romanı; «Kıyamet» i ve «Aldım Berdim» (evlenme hayatından) gibi piyesleri meydana gelmiştir; 1917 de neşrolunup cebren tanassur konusuna hasrolunan mâruf «Züleyha» adlı dramı ise, Ayaz Beyin adını bütün Türk dünyasında, bilhassa öz memleketi bulunan İdil-Ural sahasında dillere destan etmiştir.
Bu neviden edebi eserlerinde Kazan Türklerinin içtimai ve millien hassas meselelerini kendine hâs zarif bir hümor ve aynı zamanda ciddiyetle tahlil ve teşrih eden ve bunları kuvvetli tablolarla canlandıran Ayaz Bey, bir edip ve mücahit olarak, Rusya hâkimiyeti altında bulunan bütün Türkler, bilhassa Kazan Türkleri arasında önemli bir mevki kazanmıştır.
Çarlık rejiminin sarsıldığı 1905 tarihi, Rusya İmparatorluğunun nüfuzuna tâbi şark ülkelerinde ve o meyanda bilhassa İslâm Şarkı ile Rusya mahkûmu Türkler arasında umumi bir kurtuluş hareketine başlangıç oldu. Bu devrin heyecanlı yıllarında Ayaz Beyi Çarlığa karşı harekete geçen ihtilâlci zümrelerle lemas hainde buluyoruz. O, çarlığa kökünden vuran aşırı zümrelerle hemâhenktir. O sıralarda tesis ettiği «Tan» gazetesiyle O, mensup olduğu milleti «Ziüleyha» dramında tasvir olunduğu gibi, çeşitli mezalim ve manevî işkenceye marüz kılan ve müslümanları zorla hıristiyanlaştıran ve gene bin bir türlü yollarla «Türk – Tatarları» Ruslaştıran Çarlığa karşı ateş püskürüyordu. Bu yüzden takibata uğruyor, sürülüyor ve hapislene atılıyordu. Hapsedilmek, sürülmek, hapisten ve sürgünden kaçmak, uzun yıllar konspirasyon şartları dahilinde yaşayarak, mücadele etmek, Ayaz Bey için artık bir itiyad haline gelmişti. Son defa O, Petersburg’ta yakalanmış ve 3 yıl müddetle Arkanjelsk denilen, kuzeyin en uzak bir köşesinde sürgün hayatı yaşamıştı.
Siyasi stajını, kendi tâbiriyle «en iyi mektep olan» hapishanelerde yapan Ayaz Bey kendi kendini bu <mekteplerde» yetiştirmiştir. Oralarda boyuna kitap okuyan ve hayatın bütün facialarını bizzat tadarak tetkik eden O, ateşin bir ihtilälci, edip ve mücahit olarak olgunlaşmıştır.
1913 de Romanofların 300 yıllığı jübilesi, O’na hürriyetini iade etmişse de, bu hürriyet yalnız bir şarta bağlanmıştır: Öz şehri Kazan’da oturmamak!… Bunun için mücahit edip, Kazan’a yalnız kaçak suretiyle gider ve sokağa ancak geceleri çıkardı; 1917 de, Çarlığın devrilmesi üzerine, öz şehrine tamamiyle serbest olarak gidince, Kazan, tarihi bir gününü yaşamış, bütün ahali sokaklara dökülmüş, kahraman edibi bağrına basmış ve onu eski Türk geleneğince tuz ve ekmekie karşılamıştır.
Rusya mahkümu Türk illerinin en heyecanlı ve feveranlı mücadele yılı olan 1917 nin arifesinde, Ayaz Bey, Moskova’da çıkardığı «1l» gazetesiyle en radikal fikirleri destekliyordu. 1917 nin Mayısında Moskova’da toplanan bütün Rusya Müslümanlarının Kurultayında O, bilhassa içtimai umdelere önem veriyor; yobazlık eseri geri fikir ve geleneklere karşı vaziyet alıyordu.
Çarlığın çökmesiyle Türk illeri karşısında açılan hürriyet ve istiklâl ufku, bıraz sonra Bolşevizmin iş başına gelmesiyle, tekrar karardı. Bu defa, Çarizme rahmet okutturan Kızıl İmperyalizm, muhtar ve müstakil birer devlet esasını kurmuş ve kurmakta olan Türk illerini yeniden istilâ etti. O meyanda, Ayaz Beyin de iştirâki ve gayretiyle vücuda gelen İdil-Ural muhtariyeti deilga edildi. Diğer mesai arkadaşlariyle birlikte Ayaz Bey, Sibirya ve Uzak Şark üzerinden, bir devri álem seyahati yaparak, Avrupa’ya geldi. Avrupa’da, «Promete» adiyle meşhur, Rusya mahkûmu milletlerin müştereken vücuda getirdikleri Milli Kurtuluş Cephesine iltihak etti. Aynı zamanda O, Türk illerinin her türü istilâdan kurtulmaları uğrunda elele vererek çalışan ihtilâlci Türk hareketleriyle tam bir ahenk ve tesanüdü kendine hâs hararet ve gayretle savundu. Muhacerette tesis ettiği «Millî Yol», «Yana Millî Yol», ve «Milli Bayrak» dergi ve gazeteleriyle, yıllarca İdil-Ural istiklâl dâvasını terviç etti. Bundan abşka O, muhacerette İdil-Ural haraketinin formüllerini veren bir broşür neşretti.
Hayatının en son günlerine kadar, Ayaz Bey, durmadan çalışıyor, temsil ettiği Türk ilinin bütün menfaatlerini âzami gayretle savunuyordu. Ayaz Bey, İdil – Ural denilen kazan Türk – Tatarlarının dünyaca tanınmış bir lideriydi.
Çarlığa ve kızıl Bolşevizme karsavaşan Türk illerine mensup mücahitler arasında cevvaliyet, faaliyet ve harekette eşsiz bulunan merhumun hayatını takip edenler onu kâh Paris’te, kâh İstanbul’da, kâh Berlin’de, kâh Varşova’da, kâh Tokyo’da, kâh Londra’da, kâh Mançurya’da, Pekin’de, kâh Roma’da Vatikan’da, kâh Kudüs’te – İslam Kongresinde, sözün kısası dâima hareket ve faaliyette görürlerdi. Onda yorulmaz bir enerji, Sönmez bir iman vardı. Ayaz Bey, iyimserliğin, ümit ve hareketin bir sembolüydü. O’nu, ilk defa 1911 de gördüydüm. O zaman, Çarlıktan kaçak olarak, İstanbul’da, takma ad altında yaşıyordu. Tatar Edebiyatı hakkında verdiği bir konferansını hatırlıyorum. Çağdaş Kazan edebiyatını karakterize eden bu konferansını O, «Hayat, hayat, hayat!» diye bitiriyordu. Sonra, 1919 da, Bakü’de, Anadolu cephesinde Rus işgal ordularırın gadrına uğrayan Türkiyeli kardeşlerimizinfaydasına, Azerbaycanlı gazetecilerin teşebbüsüyle yayınlanan bir defalık «Kardeş Kömeği» dergisinde
Ayaz Beyin «Bekay-i Hayat Meselesi» başlığiyle bir makalesi vardır. Aynı hayat endişesiyle sevgisi merhumun bu makalesinde de belirtilmiştir takdir ve tahassüsünü celbeden bir hitâbede bulunmuştu.
Türkçülük hareketiyle yakından tanış olanlar, bir aralık «Türk Yurdu» nun da müdürlüğünü yapmiş bulunan Ayaz Beyin ne çapta bir insan olduğunu bilirler. O, dâima Türk birliğinin, Türkçülük his ve cereyanının, Türk illeri müteka biliyyetinin bütün Türk illeri ileri gelenlerinin düşünce ve çalışmaları üzerinde müessir olmasını özlerdi. O’nun «Üyge Taba» (Eve doğru) başlığını taşıyan ve Türkçeye de çevrilen romanı karakteristik bir konu üzerine yazılmıştır; orada, Rus ordusunda subay olan bir Tatar kuandanının bütün kıtasiyle birlikte Türkiye tarafına geçmesinin macerası tasvir olunuyor… 7 yıllık maddi, manevî izdırâplarla dolu olan ömrü, dayanıklı vüuduna verdiği rahnelere rağmen, hayat ve eserlerinin mümeyyiz vasf1 olan neşe ve iyimserliğine kat’iyen tesir etmemişti. Gözlerini bir daha açmamak üzere kaparken,
Merhum, çok sevdiği kerimesi profesör Saadet Çağatay hanıma «yatağımda mıyım?» diye sormuş ve «evet» cevabı üzerine tam bir sükünet içinde ebedi uykusuna dalmıştır. Türlü zamanlarda ve çetin şartlar altında kendisiyle teşrik-i mesai etmiş bir arkadaş sıfatiyle merhumun «ebedi yatağı» başında biri O’na, diğeri de bize söylenecek iki hitâbım vardır: Müptelâ olduğu çaresiz hastalık, vücudunu yıpratarak hayatını bir ramak haline getirmiş ve kenisinden sadece bir deri, bir kemik ırakmış iken, ruhuna zerre kadar tesir yapamamıştı. Ebedi uykusuna aldığı 22 Temmuzdan bir kaç gün evvel kendisiyle beraberdim. Gece saat 11 e kadar çeşitli mevzulara temas ettik. Türk illeri dâvasına, Türkiye meselelerine, milletlerarası problemlere ait günün bütün aktüaliteleri onu ilgilendiriyor; boyuna en ufak teferruata ait sualler soruyordu. 28 Mayıs Azerbaycan istiklâl günü münasebetiyle Ankara’daki Azerbaycan Kültür Derneğinin tertip ettiği toplantıya bitkin halile iştirâk etmiş ve burada herkesin – Aziz arkadaş, büyük mücahit, ruhun şâdolsun! Yatağında rahat uyu, arkanda takdirkâr bir milIet, bir gençlik bıraktın; bunlar senin izinden gidecek, İdil – Ural kurtuluşunu tahakkuk ettireceklerdir».
– Aziz ildaş ve yurttaşlar, bu mücadeleci ruhu şâd etmek üzere, onun yürüdüğü yodan yürümeğe, Türkçülük ve milli istiklâl idealine sådık kalmaya ve O’nun verdiği örnek azim ve iradeyle hürriyet ve istikläl umdelerini gelecek nesillere aşılamağa gayret edelim»…
Ayaz Beyin ruhu ancak bu suretle şâd olur!
Ankara, 23 Temmuz 1954
Mehmet Emin RESULZADE