AYAZ İSHAKî’NİN HAYATI VE ESERLERİ

Çalışmamın şimdiye kadarki kısımlarında Ayaz İshakî’nin içerisinde doğduğu Tatar edebiyat ortamını ve Tatar tiyatrosunun Ayaz İshakî’ye kadar geçirdiği evreleri tanıdık. Bunlar Ayaz İshakî’nin tiyatrocu ve sa- natçı kişiliğinin gerçek anlamda ortaya konmasında çok önemli adım- lardı. Fakat bilindiği gibi bir sanatçının, sanatçı kişiliğinin değerlendiril- mesinde en  büyük  adım,  onun  hayat  hikâyesinin  bilinmesidir.  Sanat- çı nerede doğdu, hangi ortamlarda bulundu, nasıl bir hayat sürdü tüm bunların ayrıntılarıyla ortaya konması gerekir ancak o zaman sanatçı hakkında sağlıklı değerlendirmeler  yapılabilir.  Çünkü  her  sanatçı  aldı- ğı eğitimi, sürdürdüğü yaşamı  ve  etkilendiği  olayları  eserlerine  yansı- tır. O da hayata herkes gibi kendi penceresinden bakar. Bu anlamda, Ayaz İshakî’nin hayat hikâyesinin ve verdiği eserlerin künyelerinin de- taylı olarak bilinmesinde büyük fayda olacaktır.

Ayaz İshakî’nin Hayatı

Tatar edebiyat ve basın dünyasının önde gelen isimlerinden olan Ayaz İshakî, 23 Şubat 1878’de Kazan ilinin Çistay ilçesinin Yevşirme köyün- de İlajettin Hazret ailesinin bir ferdi olarak dünyaya gelmiştir. Annesi, İmam Veli Hazret’in kızı Kameriye Abıstay’dır.82 Daha küçük yaşlarından itibaren girişkenliği ve açık sözlülüğüyle kendini gösteren Ayaz İshakî, 5 yaşında okumayı öğrenir. İlkokul eğitimini kolayca tamamlar. Arapça, Farsça kitapları okuyup anlamaya başlar. 1890 yılında Çistay Med- resesindeki öğrenimine başlar. Üç yıl okuduktan sonra oradaki eğitimiy- le yetinmeyip 1893 yılında, Kazan’ın Kül Boyu (Göl Boyu) Medresesine geçer. O dönemde bu medresede yeni gelen öğrencilere, eski öğren- ciler tarafından çeşitli zorluklar gösterilmektedir. Bu davranışlar, Ayaz İshakî’ye de uygulanır. Ayaz İshakî, bütün zorluklara rağmen, çok ça- lışıp, bilgi ve görgüsünü artırarak, kısa sürede hocalarının gözüne gir- meyi başarır.83

Ayaz İshakî’nin öğrenim yılları oldukça hareketli geçmiştir. Bu yıllarda öğrenciler çeşitli medreselere gidip dinî, ilmî, edebî, tarihî konularda dersler alıyor, tartışma geceleri düzenliyorlardı. Geniş bilgi ve zekâ kıv- raklığı gerektiren bu tartışmaların merkezinde Ayaz İshakî de aktif bir şekilde yer alıyordu.

Ayaz İshakî, bu dönemde Rusya’da Türk dilinde çıkarılan tek gazete olan “Tercüman”ı devamlı okuyan aydınlar arasında yer alır. O dönemde Bahçesaray’da bulunan eğitimci İ.Gaspıralı’nın çıkardığı bu ga- zete, Türk halklarını uyanmaya, ilerlemeye ve yeniliğe çağırmasıyla, bu düşüncelere gönül veren Ayaz İshakî’nin fikri gelişimine büyük katkı sağlamıştır.

Ayaz İshakî, 1897’de hocası H.Maksudî ile Kazan’ın Piçen Pazarı civa- rında yeni açılan Emirhanovlar Medresesinde çalışmaya başlar. Burada öncelikle öğrencileri aktif olarak derse katılmaya yönlendiren bir me- tot uygular. Bu metot büyük ilgi uyandırır ve basında tartışılmaya baş- lar. Basında bu metodun doğruluğu ve A.İshakî’nin başarısı konusun- da övgü dolu yazılar yayınlanır.84

Ayaz İshakî Türk edebiyatını çok iyi öğrenir. Pek çok hikâye ve roman okur. Daha sonra onda, Rus ve Batı Avrupa edebiyatı ile yakından ta- nışma isteği doğar. İlk önce Rusçayı iyi öğrenmek gerektiğini düşünerek uzunca bir süre özel öğretmenlerden Rusça dersi alır. 1898 yılının son- baharında ise, Tatar Öğretmen Okuluna öğrenci olarak kaydolur. Öğ- renciliği sırasında yeni inkılapçı hareketlerine aktif olarak katılır. Burada

  1. Yamaşev, A. Kolehmetov gibi şahıslarla birlikte hareket eder.85 Anne ve babasının müderris olmasını istediği A.İshakî’nin Rus okuluna girmesi, Rus çevresi ile yakın ilişki içinde olması, ailesinde büyük tepkilere yol açar. O, bütün bunlara aldırış etmeden çizdiği yolda ilerlemeye de- vam eder. Sürekli okur ve öğrendiklerini başkalarına aktarır. Rus edebi- yatından özellikle L. Tolstoy, İ. Turgenev; Batı edebiyatından Knut Ham- sun, Guy de Mauppasant, Oscar Wilde’nin eserlerini büyük bir ilgiy- le takip eder.86 Bütün bu bilgi birikiminin ardından kendisi de yazma- ya başlar. Kısa sürede “Taalümde Saadet veya İlim Öğrenmede Rahat Ömür (1899)”, “Kelepüşçü Kız (1900)” hikâyeleri; “Üç Hatın Bilen Tor- mış (1900)” dramı onun büyük bir yazar olduğunu gösteren ilk eserle- ri olarak ortaya çıkar.87

Ayaz İshakî Rus edebiyatının en güzel örneklerini okuyup öğrenmek- le kalmaz. Aynı zamanda A. Puşkin’in “Yüzbaşının Kızı” adlı eserini de Tatarcaya çevirip bastırır. Okuma ve yazmaya iyice kendini veren Ayaz İshakî, Öğretmen Okulundan mezun olduktan sonra bilgisini artırmak için üniversite tahsili yapmak ister ancak ailesi buna karşı çıktığı için bu isteğini gerçekleştiremez. 1902 yılında Orenburg’un Hüseyiniye Medre- sesinde öğretmen olarak çalışmaya başlar.

Kazan’da iken “Öğrencilik Cemiyeti”ni kurup “Terakki” gazetesini çı- karan, hem gazetedeki fikirleri hem de birçok yere ve dostlarına gön- derdiği mektuplarıyla Tatar halkını uyandırmaya çalışan, ilmi ve kültürel birikimiyle takdirleri üzerinde toplayan A.İshakî; “Hüseyniye”deki öğ- rencilerini yeni fikirler etrafında ayrı bir ruh ve heyecanla yetiştirir. Her hafta edebiyat geceleri düzenler. O zamana kadar statik bilgiler verilen öğrenciler düşünmeye, muhakeme etmeye ve sorgulamaya yönelirler. Medresedeki kütüphane ve yemekhaneleri de düzene sokan A.İshakî, öğrencilerin sevgi ve hürmet hislerini kazanarak olumlu bir çalışma or- tamı yaratır.

Bir yıl Orenburg’da kalan Ayaz İshakî, bu dönemde edebiyat alanında küçümsenmeyecek bir başarı elde etmiştir. Olaylara son derece eleştirel bakan, son derece görgülü ve bilgili olan Ayaz İshakî kendisini çeke- meyenlerin entrikaları yüzünden Orenburg’un “Hüseyiniye” Medrese- sinden ayrılmak zorunda kalır. 1903 yılının yazında Kazan’a gelip üni- versiteye girmeye hazırlanır ama çok istememesine rağmen, anne ve babasının talepleri üzerine köye dönüp müderris olur. Bu durum onun mesleği ve tuttuğu yola hiç de uygun olmadığından, 1904’te yeniden Kazan’a gelip yenilikçi hareketlere katılır. Ayaz İshakî, 1905 yılı devri- mini alkışlayıp sevinçle karşılar. Çeşitli mitinglere katılır. Çistay tarafları- na dönüp köylerde toplantılar düzenler. Yenilikçi düşünceleri anlatır. İh- bar üzerine polis tarafından takibe alınır. Tutuklanma korkusuyla aktif faaliyetlerden bir süre uzakta durmaya karar verir.88

Bu arada Ayaz İshakî 29 Ekim 1905’te çıkmaya başlayan “Kazan Muhbiri”nde çalışması için çağrılır. Ama bu gazete onu pek tatmin et- mediğinden kendisi, “Tan” adıyla bir başka gazete çıkarma girişimin- de bulunur. Buna izin verilmeyince “Hürriyet” adıyla çıkarmaya çalı- şır. Buna da izin verilmemesi üzerine Putilyakov adına “Tan Yıldızı” gazetesi çıkarılmaya başlanır. Putilyakov adına çıkarılan bu gazetenin her bakımdan idarecisi Ayaz İshakî’dir. “Tan Yıldızı” Tatarlar arasında K.Mutıygıy ile A.Tukay’ın çıkardığı “Fikir”den sonra ikinci yenilikçi de- mokratik gazetedir.89

Sadece 5 ay çıkarılabilen bu gazetede Ayaz İshakî politik yazılar yazar. Bu yazılarda Çarlık hükümetini ağır bir dille eleştirir. Halkların dostluğu idealini savunur. Çarlık Rusya’sında sadece Tatarların değil Rus halkının da ezildiğini söyler. Herkesi bütün halkların ortak düşmanı olan otokra- siye (Çarlık rejimi) karşı birlikte savaşmaya çağırır.

Ayaz İshakî, 16-21 Ağustos 1906’da Bütün Rusya Müslümanlarının, Nijni Novgorod’da yapılan I.Kongresine katılır. Konuşmaları dinledik- ten sonra ilk kez söz alır. Bu tür toplantılar düzenlemenin ancak 1905 yılı devrimi neticesinde mümkün olduğunu, devrimin çok kanlar dökü- lüp büyük kayıplar verilerek yapıldığını ve hürriyet için savaşın hâlâ de- vam ettiğini anlatır. Halkın ilerlemesi için hem basında hem de devle- tin diğer kurumlarında hürriyet fikrinin olması gerektiğini söyler. Duma (Meclis) hakkında: “Yeter artık biz zenginlerin şarkısını söyleyemeyiz.90 Halkın en büyük bölümünü oluşturan köylüleri, işçileri korumak gerekir. Duma’da sadece zenginler olursa, onlar daima halkın kanını emmelerini kolaylaştıracak kanunlar yapar” der. Ayaz İshakî, Ermeni ve Azerbaycan halkları arasındaki manasız kan dökmelere de Çarlık Hükûmetinin neden olduğunu, böylece onları güçsüz bıraktığını söy- ler. Bütün bunları toplantılarda, mitinglerde ve basındaki yazılarında tekrarlar. Bunun sonucunda da 30 Ekim 1906’da Kazan’da tutuklanıp hapse atılır. 2 ay Çistay hapishanesinde kalır. Tutsaklara yapılan işken- celeri, hapishanelerin ağır şartlarını kendi gözleriyle görür. Buradayken gizlice “Zindan” romanını yazar. Bu otobiyografik romanı hapisten çık- tıktan sonra bastırır.91

Ayaz İshakî, yönetime muhalif çalışmalarına yeniden hız verir. Tekrar tutuklanır ve Ekim 1907’de 3 yıla mahkûm edilip Arhangil vilayetine sürgüne gönderilir.

Ayaz İshakî’nin 1905-1907 yılları arasında edebiyat, gazete ve siyaset alanındaki çalışmaları birbiriyle sıkı bir ilişki içinde ve birbirini tamamlar mahiyettedir. “Tan Yıldızı” kapatılınca, çalışmalarını Ebuzerev’in yöne- timinde, 1907 yılının Nisan-Ağustos aylarında çıkarılan “Tavış”(Ses) ga- zetesinde devam ettirir.92

Ayaz İshakî hakkında basındaki önemli yazılar, onun Gogol’un “Eski Toprak Ağaları” adlı eserini çevirip bastırmasıyla yayımlanmaya başlar. Bu dönemde hakkında pek çok yazı yazılır. Gazeteci-yazar Yusuf Ak- çura büyük bir makalesini A.İshakî hakkında yazar93, Abdullah Tukay da “Müharirge” adlı şiirinde ondan övgüyle söz eder.94 Bundan son- ra Ayaz İshakî’nin her adımı basında geniş yankılar uyandırır. Eserleri hakkında ciddi fikirler ileri sürülür.

Ayaz İshakî nin sürgün edildiği Arhangil vilayetine gelişini önceden ha- ber alan Arhangil’deki Türk halkları onu yolda karşılar. Validen onun şe- hirde kalması için izin isterler. Vali: “Siyasetle uğraşmasaydın bunu yap- mak mümkündü.” şeklinde cevap verir. Ayaz İshakî’yi Arhangil’den 200 km. uzaklıktaki Pinega şehrine gönderirler. O sürgünde de yazma- yı sürdürür, Kazan’la ilişkisini kesmez.

Ayaz İshakî, Arhangil’de Tatar gençlerinin devrimci hareketlere katıl- malarını anlatan “Tartışma” dramını yazar. Sürgün yıllarına daha fazla tahammül edemeyerek 1908 yılının yazında Petersburg’a kaçar. Bura- da da takibe uğrayan yazar, çareyi Türkiye’ye gitmekte bulur. Bu ara- da ona, sürgün süresi doluncaya kadar Rusya’ya dönmemek şartıyla ya- bancı ülkede yaşamasına izin verilir. Ama o, bu süre içinde de gizlice Petersburg’a gelir. Bir müddet kaldıktan sonra İstanbul’a döner. 1911 yılının sonunda tekrar Petersburg’a gelir. Bu yüzden 26 Ocak 1912’de tutuklanıp, sürgün süresinin tamamlanması için Pinega’ya gönderilir.

Yıllar sürgünlerle ve hapislerle geçerken, 1913 yılının Mart ayında Ro- manovlar hanedanının 300.yılı münasebeti ile  siyasi  tutuklulara  ge- nel af ilan  edilir.  Böylece  A.İshakî  de  4  Nisan  1913’te  serbest  bırakı- lır fakat Kazan’da yaşamasına izin verilmez. O sürgünden dönerken Petersburg’a uğrar ve dostlarıyla birlikte burada yaşamaya karar verir. Daha sonra gizlice Nijni Novgorod üzerinden Kazan’a gelir.95 Burada yazarlar, sanatçılar ve gazetecilerle bir araya gelir. Bir müddet Kazan’da kaldıktan sonra doğduğu köye gider, ardından  Petersburg’a  geri  dö- ner. Sürgün ve hapis yıllarının ağır şartlarından kurtulan A.İshakî, mü- cadelesine yeniden ve daha büyük bir hırsla başlar. İlk önce, halkı uyan- dırmada, mücadeleye çağırmada en iyi yolun basın olduğunu düşünüp ülke genelinde bir gazete çıkarmaya karar verir.

O, ilk defa kendi yönetiminde Y. Akçura, M. Bigiyev, S. Remiyev, M. Ga- furi, Z. Velidi, Ş. Muhammedyarov, F. Tuktarov, N. Asrıy gibi kalem sa- hiplerinin katılımı ile “Vatan-Millet Faydasını Gözeten Türk-Tatar Gaze- tesi” isim altı açıklamasına yer verdiği “İl”i çıkarır. Fakat çok geçmeden “İl”, 27 Mart 1915’te siyasi açıdan zararlı bulunarak hükümet tarafın- dan kapatılır. Bundan sonra Moskova’da “Bizim İl” adlı gazeteyi çıka- rırlar (1916-1917). Bu gazetede de A.İshakî, vatan ve millet sevgisi ile yenilikçi düşüncelerini dile getirmeye devam eder.

Bu yıllarda I. Dünya Savaşı bütün şiddetiyle devam etmektedir ve halk Çarlık Hükûmetinin yürüttüğü politikayı beğenmemektedir. Giderek ar- tan huzursuzluklar sonunda 27 Şubat 1917’te Çarlık Hükûmeti düşü- rülür. Ayaz İshakî, Şubat Devrimini sevinçle karşılar. Demokratik de- ğişikliklere, millî hareketlere yol açan bu tarihî olaydan mümkün olduğunca faydalanmaya çalışır. “İl” gazetesini 23 Mart 1917’de tekrar çı- karmaya başlar. Ayaz İshakî, ortaya çıkan hürriyet havası içinde millî birlik ve beraberlik, kültürel bağlılık ve Türk halklarının işbirliği konula- rında çok önemli çalışmalar yapar.96

Ayaz İshakî’nin millî özerklik iddiası ile yanıp Türk halkları arasında bir- lik ve beraberliğin sağlanması için mücadele ettiği sıralarda, Ekim Dev- rimi gerçekleşir. Kısa süren çalkantılı dönemin sonunda devrimciler ga- lip gelir, yönetim Bolşeviklerin eline geçer. Ekim Devriminden sonra mil- liyetçi düşünceleri savunmak daha da zorlaşır. Bütün bu zorluklara rağ- men Ufa’da Millî Meclis kurulur. Mecliste, kurulacak millî devletin şek- li hakkında iki grup çarpışır: Türkçüler ve Federalistler. Meclis ikinci fikri kabul eder. Milliyetçilik açısından bunlar birbirlerine karşı değildir. Fakat birincisi Rusya’daki bütün Türk halklarının iş birliğini savunurken, ikinci- si istiklal mücadelesini İdil-Ural sahası ile sınırlandırarak Rusya ile federal bir yapı istemektedirler. A.İshakî, Türk dünyasının bütünlüğünü reddet- meden içinde bağımsız bir İdil-Ural fikrini savunmaktadır.

Proletarya diktatörlüğü, değişik fikirlere hayat hakkı tanımaz. Tatar hal- kının yaşadığı geniş coğrafyayı hesaba katmayarak sınırlı özerkliklerin verilmesi düşüncesi Ayaz İshakî’nin beklentilerine uymamaktadır. O, bütün İdil-Ural halkının kendi başına bağımsız olarak yaşaması idealini benimser. Onun bu fikirleri enternasyonalizmden uzaklaşma olarak de- ğerlendirilir. Bu tür düşünceleri savunanlara “milliyetçi” denilerek reji- min düşmanı ilan edilir, bu arada bütün millî kuruluşlar dağıtılır. Hiçbir şey A. İshakî’nin umduğu gibi gelişmez. Millî devlet ideali ile çalışanla- rın çoğu hapse atılır.97

Ömür boyu Tatar halkı için çalışan, bu sebeple başı dertten kurtulma- yan, fikir adamı, millî lider Ayaz İshakî’de canını korumak için vata- nını terk etmekten başka çare kalmaz. Ayaz İshakî, 1918 yılı başında Ufa’da Millî Meclis tarafından Versay Sulh Konferansına delege olarak seçilip, yabancı bir ülkeye gönderilir. Oradan geri dönmez. Birçok enge- li aşarak halkına hizmet eden bir fikir adamının kendi vatanında yaşa- ma ve çalışma hakkı böylece elinden alınmış olur. Ayaz İshakî, memleketinden, kendi halkından ayrıldıktan sonra, önce Harbin (Çin), sonra- ları ise Paris (Fransa), Berlin (Almanya), Varşova (Polonya) gibi şehirler- de yaşar. Temmuz 1939’da Hitler Almanya’sı Polonya’ya hücum edince, Polonya Hükûmetinin Ayaz İshakî’yi sınır dışı etmesi üzerine eserleri- ni ve arşivini bırakıp Türkiye’ye göç eder.98 Bir müddet İstanbul’da ka- lır, daha sonra Ankara’ya yerleşir. 1940 yılı başında kızı Saadet ile da- madı Tahir Şakir’i (Çağatay) de kendi yanına çağırır. Ayaz İshakî 22 Temmuz 1954’te 76 yaşında, Ankara’da vefat eder. Vasiyeti gereğince İstanbul’daki Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilir.

Ayaz İshakî’nin Eserleri

Tatar edebiyatının büyük ustalarından biri olan Ayaz İshakî’nin eserlerini yaşadığı çağın şartlarından ayrı tutamayız. Onun eserleri, yer verdiği konularıyla, tasvirleriyle, karakterleriyle çağını yansıtır. Sürekli kendini yetiş- tiren ve bu arada diğer milletlerin edebiyatlarıyla alakadar olan yazar, doğal olarak Arap, Fars ve Rus edebiyatlarından da haberdardır.99 Meşak- katlerle ve şairane hislerle dolu hayatını eserlerinde başarıyla işlemiştir.

Ayaz İshakî’nin kişiliği, sağlam karakteri, karşısındakinde hayranlık his- si uyandırır. Onun idealleri ve milletine olan inancı sağlam karakterinin temellerini oluşturur.

Eserlerinin zenginliği ve başarısı, ele aldığı konuların çokluğu, hayatın çeşitli yönlerini yansıtabilmesi ve oluşturduğu tiplerin renkliliğinden kay- naklanmaktadır. Bu özellikleriyle Ayaz İshakî, şüphesiz en büyük edip- lerin arasında yer alır. O, edebiyatın çeşitli türleri üzerinde dikkatini yo- ğunlaştırıp, çok sayıda makale, roman ve hikâye ile sahne eseri yazmıştır.

Onun tarihî eserlerinde de, edebî eserlerinde de zamanın meselelerini aydınlatma, aktüel problemleri çözme çabası öne çıkar. O, özgür bir ba- sın yaratmak için sürekli savaşır. Çıkardığı veya yazar olarak katıldığı ga- zete ve dergilerde her meseleye çözüm getirmeye çalışmıştır.

Ayaz İshakî’nin roman ve hikâyeleri Tatar nesir tarihinin büyük bir bö- lümünü teşkil eder. Onun eserleri olmaksızın, devrime kadarki Tatar köy ve şehir hayatını, medresesini, öğrencisini, hocasını ve daha pek çok yönünü tam olarak ortaya koymak mümkün değildir. Onun tasvir yetene- ği çok güçlüdür. Örneğin, “Dilenci Kız” romanında Kazan’daki hayat, fakir mahalleler, genelevler, yalancılık, kirlilik, hasta kadınlar, hasta ço- cuklar ürpertici şekilde tasvir edilir.100

Ayaz İshakî’nin nesir üslubu şairaneliklerle doludur. Medrese ve öğ- renci hayatının hem kötü hem de iyi taraflarını, şakalaşmalarını, oyna- yıp gülmelerini ve hatta kavgalarını iç sıcaklığıyla tasvir eder. Bu üslup, özellikle “Mulla Babay” romanında göze çarpar.101

Ayaz İshakî’nin nesirleri psikolojik tasvirler açısından da oldukça zen- gindir. Bu açıdan “Sünnetçi Babay” (Sünnetçi Dede)102, “Ostazbike”103, “Ul Eli Öylenmegen idi”104 (O Daha Evlenmemişti), “Köz”105(Güz) adlı eserleri örnek olarak verilebilir. Kahramanların iç dünyaları genellikle ta- biat şartlarıyla paralel olarak verilir. Onun pek çok nesrinde kahraman- lar, şarkı, müzik ve tiyatro dünyasından seçilmiştir.

Tatar tiyatrosunun ilk resmî temsili 21 Nisan 1906 yılında Ufa’da “Üç Kadınla Hayat” dramı ile açılır.106 Bundan sonra Ayaz İshakî’nin pi- yesleri sansür engellemelerini aşarak birbiri ardınca sahneye konur. Bu oyunlarda, önemli sosyal problemler anlatılır. Onun pek çok piyesi yeni- likçi bir ruhla yazılmıştır. Ekim Devrimine kadar 5 dram, 3 komedi ve 1 trajedisi sahneye konur.107 Ayaz İshakî verdiği eser sayısı açısından da, Tatar dramının kurucusu olarak tanınan A. Kemal ile aynı seviyededir. İçerik açısından ise A. Kemal temelde komedi ustası olmasına rağmen, Ayaz İshakî genellikle dram, üzücü çatışmalar üzerine eserler ortaya koyar. Tatar tiyatrosu bu iki tarz üzerine inşa edilir.

Ayaz İshakî ilk eserlerinden itibaren kadın hak ve özgürlüğünü savu- nan bir yazardır. O, eserlerinde kadın haklarına özen gösterir, onların ya- şamını kolaylaştırmaya çalışır. Bazen kadınların düştükleri kötü durum- ları ortaya koyarak çözüm yollarını gösterir. Kadınları genellikle ileri gö- rüşlü, becerikli, erkeklere göre daha aktif olarak tasvir eder. Mesela “İki Gaşıyk” (İki Âşık)108, “Aldım-Birdim”109 (Aldım-Verdim), “Mugallime”110 (Muallime) ve “Köz” (Güz) gibi eserlerinde bu konuları işlemektedir.

Ona bazıları “dine karşı”, bazıları ise “dinci” der111. Bunların ikisi de doğru değildir. Ayaz İshakî’ye göre din ve dincilik ayrı ayrı şeylerdir. Ayaz İshakî’yi doğru anlamak için bunları iyi bilmek gerekir. Ahlâki ve terbiyevi noktadan bakıldığında dinin iyi taraflarını görür. Halkı yakın- laştırmada, bir araya toplamada dinin rolünü iyi bilir. O; yobaz imam- lara, halkı aldatanlara karşıdır. Bu tür konuları daha çok yazarlığının ilk dönemlerinde kaleme aldığı “İnkıraz”, “Kıyamet”112, “Cemiyet”113 gibi eserlerinde dile getirir.

Ayaz İshakî’nin Ruslara düşman olduğu şeklinde görüşler bulunmak- tadır. Ama bu görüşlerin doğruluğu kesin değildir. Onun eserlerinde Rus-Tatar ilişkileri büyük yer tutmakla birlikte onun düşmanlığı Rus halkına karşı değildir. O, büyük ölçüde tenkidini devrin Rus yönetimine yö- neltmiştir. O, elbette Rus Çarı’nı, bürokratlarını, misyonerlerini, askerle- rini sevmez.114 Ayaz İshakî’nin Rusların her şeyine düşman olduğu fik- rini Rus yöneticiler propaganda maksadıyla kullanmıştır.

Ayaz İshakî, Rus edebiyatını, Rus yazarlarını çok okumuştur. “Tartışu”115 (Tartışma) dramının kahramanları, “Ruslar da bizim gibi eziliyorlar. Öz- gürlük için birleşerek savaşmak gerek” şeklinde fikirler ileri sürer. “Ul Eli Öylenmegen İdi” romanında Ayaz İshakî Tatar kızlarına “siz de işte böyle olun” diyerek, Rus kadını Anna tipini örnek gösterir. Zorla Hris- tiyanlaştırma ve Ruslaştırmayı anlatan, Ruslara karşı olduğu söylenen “Züleyha”116 piyesinde, o aynı zamanda merhametli bir Rus ihtiyarına da vakıa kahramanları arasında yer verir. Ekim Devriminden sonra Ayaz İshakî’ye bazı iftiralar atılır. Hatta en büyük Tatar yazarlarından bazıları bile, onu Tatar edebiyat dünyasından dışlamaya çalışır117. Basında hak- kında sürekli olumsuz yazılar yayımlanır. F. Emirhan, C. Velidi gibi yazar- lar ise bu hataya düşmeyip onun eserlerinin edebi değerini teslim eder- ler118. Bu arada edebiyat tarihi kitaplarına onunla ilgili maksatlı yorumlar yerleştirilir. Bu yayınlarda onun “ırkçı” olduğunu iddia ederler. Bu arada “komünist” olduğunu söyleyenler de çıkar. Nihayet, zamanın geçmesiy- le gerçekler anlaşılır, görüşler değişir. Onun vatanını, milletini ne kadar sevdiği, ömrünü bu uğurda harcadığı gerçeği kabul edilir. Onun vatan- severliği aşağıda inceleyeceğimiz eserlerinde de açıkça görülmektedir.

Roman ve Hikâyeleri

Yazarın başlıca romanları şunlardır: Taallümde Saadet119, Kelepüşçi Kız120(Takkeci kız), Bay Oğlu121  (Zengin oğlu), Tilenci Kızı (Dilenci Kızı), Zindan122, Tormış mı Bu?123 (Hayat mı Bu?), Mulla Babay (Hoca Efendi), Soldat124 (Asker), Ul Eli Öylenmegen İdi (O, Daha Evlenmemişti), Ul Eli İkilene İdi125 (O, Hâlen Kararsızdı), Üyge Taba126 (Eve Doğru), İki Yüzyıl- dan  Sonra  İnkıraz.127

Kitap hâlinde basılan eserleriyle, değişik gazete ve dergilerde çıkan hikâyelerinden başlıcaları şunlardır: Oçraşu128,  (Karşılaşma),  Famili- ye Segadeti129 (Aile Saadeti), Sünnetçi Babay (Sünnetçi Dede), Şekirt Abıy130 (Talebe Abi), Bir Tutkarnın Sataşuı131 (Bir Mahkûmun S.klaması), Kiyeü132  (Damat), Ostazbike, Köz.

Yukarda isimlerini saydığımız çalışmalardan, yazarın sanatçı karakterini ortaya koyabilecek nitelikte olan bazı romanları ve hikâyeleri:

“Kelepüşçi Kız”, 1898 yılında Kazan’da yazılmıştır, basım tarihi 1900’dür. İlk baskısı hemen tükendiği için ikinci baskısı yapılmıştır. Bu eser hakkında Y. Akçura şöyle söylemektedir:

Tatar edebiyatının en çok etkilenerek okuduğum kitabı “Kelepüşçi Kız” oldu. Memleketten uzakta idim. “Kele- püşçi Kız”ı okuduğum gün kendimi Kazan’da hissettim. Kalbimde büyük acı veren bir çıbanın sızısını duydum. Ro- manın ikinci basımında, ilave edilen mektubu okuduğum- da yine dayanamadım. Zavallı Tatar kızının felaketi için uzun uzun ağladım.133

Akçura’nın ifadelerinden de anlaşılacağı gibi, romanın bu kadar çok sevilmesinin nedeni sadece estetik seviyesinden değil konusundan da kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan konusuna kısaca bir göz atalım.

Eserde Kerime ile Abdurreşit’in başından geçen olaylar anlatılır: Onla- rın iki çocukları vardır. Abdurreşit ölünce iki çocuğuyla dul kalan Keri- me tekrar evlenmek ister. Çocukları yüzünden hiç kimse onunla evlen- meye yanaşmaz. Kerime babasız kalan çocuklarına nasıl bakacak, on- ları nasıl terbiye edecektir? Böyle olunca Kerime hiç olmazsa çocuklar- dan birini evden göndermek gerek diye düşünür. Fahri isimli bir tüccar, çocuğu almak istediğini söyler. Çocuk babasının vasiyeti gereği okutu- lur. Okulda öğretmen onunla ilgilenir.

Kızıyla yalnız kalan Kerime etrafa evlenmek istediğini duyurur. Miftah adlı biri Kerime ile evlenmek ister. Miftah’ın da iki çocuğu vardır. Bu ev- lilikle birlikte çocuklar annelerinin, babalarına saygısızlık ettiğini düşü- nerek Kerime’ye kızarlar. Yazar burada anne ve çocuklar arasındaki psi- kolojik gerilimi başarılı bir şekilde ele almaktadır.

Nitekim Kerime’nin kızı annesiyle aralarının da açılmasının etkisiyle, kötü yola düşer. Bunda Vafa isimli çevresinde çapkınlıklarıyla tanınan bir gencin büyük rolü olur. Buna karşın Miftah’ın kızı Vesfibanu özenle yetiştirildiği için ahlâklı bir kız olarak büyür.

Romanın, yazarın konuları ele alışı bakımından önemine gelince, Ayaz İshakî özellikle verdiği mesajlarda kadınların özenle yetiştirilmesi ge- rektiğini vurgulamaktadır. Ona göre ülkenin geleceği ve mutluluğu ka- dınların eğitilmesine bağlıdır. Bu düşünceler, dönemin doğu dünyası için son derece önemlidir. Roman dili itibarıyla da, sade ve kolay anlaşı- lır ve Tatarca olarak yazılmıştır.

Yazarın dikkate değer romanlarından biri de “Bay Oğlu”dur. Roman 1903 yılında yazılmıştır. Bu eserde insan saadetinin ilimle, dinî terbiye, örf ve âdetlere uymakla gerçekleşebileceği ve cehaletin, insanı ne den- li kötü, ne denli komik ve içinden çıkılamaz durumlara soktuğu anlatı- lır. Bu mesaj Ali Askar Kemal’in “Bahtsız Yiğit” isimli dramında veri- len ana ve babanın çocuğun eğitimindeki önemini vurgulayan düşün- celere benzemektedir.

Fatih Bey ile Saide Hanım zengin fakat son derece cahil insanlardır. Okumayı ve yazmayı bilmezler ama paraları sayesinde büyük rağbet görmektedirler. Saide Hanım hamiledir ve doğumu çok yaklaşmıştır.

Doğum başladığında evin içi insanlarla dolar. Doğum hakkında hiçbir bilgisi olmayan bu insanlar, Saide Hanım’a yardım edemezler. Bunun üzerine bu konunun uzmanı akuşer hanım (ebe-hemşire) çağrılır. Ço- cuk doğar ve bununla birlikte sorunlar da başlar. Çocuğa Kerim ismi verilir. Anne-babası cahil oldukları için çocuğu eğitemezler. Üstüne üst- lük Kerim’e arkadaşlık etmesi için yanına bir sokak çocuğu alırlar. O da sokaklarda öğrendiği sigarayı, içkiyi, kumarı, ahlâksızlığı Kerim’e aşıla- maya başlar. Kerim’in cebinde o yaştaki bir çocukta olmaması gereken miktarda para vardır. Kerim, ilk başta bütün bu kötülüklerden kaçmak ister. Fakat yanına alınan arkadaşının alayları, küçük görmeleri netice- sinde bunları yapmaktan kendini alamaz.

18 yaşına gelince, belki kötü alışkanlıklarından kurtulur diye ailesi onu evlendirmeye kalkar fakat evlilik de onu ıslah edemez. Kerim’in evlen- diği Bedriye okumuş, edepli ve o kadar da sabırlı bir insandır. Kocasının düzelmesi için dualar eder. Bu arada bir de çocukları olur. Bedriye ço- cuğunu çok iyi bir şekilde eğitmektedir. Bedriye’nin oğlu Rıfat 18 yaşı- na geldiğinde büyük babası (annesinin babası) ölür. Ona bir miktar mi- ras kalır. Rıfat bunu akıllıca değerlendirip zenginliğini arttırır. Sonra da kendisi gibi zengin bir kızla evlenir.

Görüldüğü gibi Ayaz İshakî burada biri cahil, diğeri okumuş iki çocu- ğun hayatlarını ele alarak bir karşılaştırma yapıyor. İlmin önemini, ceha- letin ise ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatıyor. Romanının daha çok; toplumu, cehaletin zararları konusunda aydınlatmaya yönelik olduğu- nu söyleyebiliriz. Anlatımı Ayaz İshakî’nin diğer romanlarındaki anlatı- mına çok benzemektedir.

Yazarın üzerinde duracağımız üçüncü romanı da “Dilenci Kızı’dır. Ro- manın birinci bölümü 1907’de Kazan’da Şark Matbaası’nda, ikinci bö- lümü ise 1916’da Moskova’da basılmıştır.

Roman realizmin Kazan Tatar edebiyatındaki en güzel örneklerinden biridir. Bu roman, özellikle sınıfsal farklılıkların toplum hayatındaki za- rarlarını ele alarak gerçekçilik akımının bütün unsurlarını kullanması ba- kımından çok dikkate değer ve diğer romanlarından farklılık gösterir.

Romanın konusunu, Saadet isimli bir kızın hayatı oluşturmaktadır. Sa- adet çocukluğunu köyde geçirir. Daha sonraki hayatı ise şehirde ge- çer. Yazar, Saadet’i; çok güzel, yetenekli, çalışkan, düşünceli ve iyi kalpli olarak tasvir eder. Saadet, köy imamının kızı ile arkadaşlığı neticesinde dinine, örf ve âdetlerine bağlılığını daha da arttırır. 16 yaşlarında iken köyde kıtlık olur ve onlar ailece şehre (Kazan’a) taşınırlar. Fakat şehirde de rahata kavuşamazlar. 60 yaşındaki babası iş bulamaz. Parasız kalır- lar. Kiracı oldukları evden de çıkarılırlar. Evi olmayanlara verilen kazar- mada (kışla) kalmaya başlarlar. Buradaki insanlar son derece fakir ama çok merhametli ve yardımsever kişilerdir. Yazar buna karşılık zenginleri merhametsiz olarak tasvir eder. Bir süre sonra Saadet’in annesi ve ba- bası hastalanıp ölür. Saadet artık tek başına kalmıştır. Zengin birinin ço- cuğu olan Abdullah, Saadet’i iğfal eder. Saadet açlıktan kurtulmak için tek yolun fahişelik olduğuna karar verir ve bu işe başlar.

Eserde, eleştirel realizm yanında yer yer santimantal izlere de rastlıyo- ruz. Açlık ve kıtlığın insanları sürüklediği çaresizlik duygusunun anlatıl- dığı bölümlerde bu santimantal etki daha çok kendisini gösterir.

Ayaz İshakî eserde Mansur tipine de yer veriyor. Bu kişi pek çok olum- lu sıfatlara sahiptir. Fakir bir imamın çocuğu olması sebebiyle hayatını ders vermekle sürdürmektedir. Çok okuyan bu bilgili şahıs pek çok yö- nüyle Ayaz İshakî’yi hatırlatmaktadır. Böylece yazar kendi hayatından da bazı bölümlere bu romanında yer vermiştir.

Abdullah, Mansur’un etkisiyle doğru yola yönelir. Saadet’i fahişelikten kurtararak onunla evlenir. Fakat her şeyi para  ile  ölçen  Abdullah  bir süre sonra yine eski hâline döner. Burada Ayaz İshakî, kötü yola düşen Tatar kızlarını dışlamak yerine, onları doğru yola yöneltmeye çalışmak gerektiğini anlatır ve insanlara bu konuda yol gösterir.

Ele alacağımız dördüncü romanı “İki Yüzyıldan Sonra İnkıraz”dır. Ayaz İshakî bu eseri kaleme aldığında henüz 24 yaşındadır ve bu ya- şına rağmen o, milletin nereden gelip nereye gittiğini düşünmekte- dir. Eser 1902’lerde bittiği hâlde, ancak 1904 yılında basılabilmiştir. Fakat 1990 yılına kadar yasaklanır. İ.Nurullin, bu eser hakkında “20. yüzyıl başı Tatar Edebiyatı Ayaz İshakî nin “İnkırazı”yla başlar, diyebiliriz.”134  der.

Ayaz İshakî bu eserde Volga (İdil) Bulgarlarının (Tatarlarının) ha- yatlarını, onların yaşayış biçimlerini ele almış ve demiştir ki: “Böyle gi- derse halkımız 2100 yılında yok olacaktır. Bu sonuç hepimizin uykuları- nı kaçırmakta, bizleri tedirgin etmektedir.”135

Eserde Tatar Devleti’nin kuruluş yıllarından, bugünlere gelişi anlatılır. Yaşanmış olaylar tasvir edilir. Ayaz İshakî, belirtilen bu tarihte yok ol- mamak için yapılması gerekenleri söyler. Çözümler üretir. O, açıkça söy- lemese de bazı milletlerin yok olmaya yüz tutmalarının temel sebeple- rinden birinin Çarlık yönetiminin şovenistik politikası olduğunu düşü- nür. İşte bu yok oluştan kurtulmanın çarelerini Ayaz İshakî okullarda dünyevî ilimleri daha çok okutmada, Rus okullarında okuyup kendini geliştirmede, başka toplumlarda ulaşılan teknolojiyi günü birlik alma- da, ekonomiyi güçlendirmede, milleti millet yapan ana dili korumada, edebiyat ve sanatı geliştirmede görür.

Ayaz İshakî’nin bu eseri hakkında F. Emirhan şöyle der: Bu eserde ateşli şair bütün Tatar hayatını acımadan eleştirir. O beni çok etkiledi.136 A.Tukay “Müritler kabristanında bir avaz (ses)” adlı şiirinde Ayaz İshakî’yi överek der ki:

Ders-i ibret birdi bize “İnkıyraz” nam bir eser Ah bunu yazan kişi insan ikendir, bilmedim.

“Sünnetçi Babay” (Sünnetçi Dede) 1890-1911 yıllarında kaleme alın- mıştır. Oldukça uzun olan bu eser Tatar edebiyatına bazı yenilikler de getirmiştir.

Sünnet Müslümanların yapmaları gereken dinî bir vecibedir. Tüm Müs- lüman erkekler küçük yaşlarda sünnet ettirilir. Kurbankolıy Efendi bu işi yapmaktadır. Sünnetçilik işi ona babasından kalmıştır. Kurbankolıy ka- rısıyla mutlu bir yaşam sürerken, karısı bir gün aniden ölür. Yalnız ka- lan Babay, karısının hatıralarıyla yaşar. Bu durum onun sağlığını boza- cak hâle geldiğinde ikinci kez evlenir. Bu yeni karısıyla ilk karısı arasın- da karşılaştırmalar yapar. İkinci kadın hiçbir işten anlamayan, ev işleri- ni bilmeyen, pis ve beceriksiz birisidir. Fakat Babay bütün bunlara faz- la tepki göstermez. Belki gün geçtikçe düzelir diye düşünür. Bir gün ka- rısının, çok değerli sünnet bıçağıyla patates soyduğunu görür. Bu olay onu öylesine etkiler ki Babay yataklara düşer. O artık ölüm döşeğinde- dir. Hayatı boyunca sünnetçilikten başka hiçbir iş yapmamış olan Babay iki gün sonra vefat eder.

Eser, sünnetçi gibi bir karakterin ilk defa işlenmesi bakımından değişik- tir. Temiz bir karakterin yaşayışı, doğruları ve onu faciaya götüren se- bepler çok ilginçtir.

1909 yılında yazılmış olan “Tormış mı Bu?” eseri ancak 1911 yılında basılabilmiştir. Eserde bir öğrencinin hataları anlatılmaktadır. Olaylar 28 Mayıs 1895’te başlayıp 3 Mayıs 1908’de sona erer. Öğrenci hatıralarını yazmaya başladığında 19 yaşındadır.

Eser çeşitli açılardan ilginçtir. İlk olarak; eserin şekli farklıdır, günlük şek- linde yazılmıştır. Öğrenci, günlük hayatından memnun olmadığını, yap- mak istediği şeyleri toplum baskısı nedeniyle yapamadığını anlatır. İste- diklerine ulaşmak için hiç mücadele etmez. Ayaz İshakî bu yüzden onu eleştirir. “Kendi hayatına karşı bu kadar ilgisiz olan birisi, milletin gele- ceği hakkında nasıl düşünür” der.

Ayaz İshakî bu eseri ile gamsızlığa, ilgisizliğe, gaflete karşı çıkar. Bu yö- nüyle eser “İnkıraz”a çok benzer.

Ayaz İshakî “Mulla Babay” romanını 1910 yılında yazmaya başlar. Onun 3 bölümünü bastırır. Eser fikir açısından “Tormış mı Bu?” roma- nını hatırlatır. Elbette “Tormış mı Bu?”, yaşam şartları, cemiyeti geliş- tirme bakımından daha geniştir.

Burada asıl kahraman Halim’dir. O ileride Mulla Babay (Molla Dede) olacaktır. Fakat okuyucu onunla henüz gençlik çağında iken vedalaş- mak zorunda kalır. Eser bitirilemez.

“Oztazbike” eseri Tatar edebiyatı için önemli bir kazançtır. Konu orji- nal, iç çatışmalar güçlüdür.

12 yıldır birlikte yaşayan Vahit Hazret ile Ostazbike Saide’nin çocukla- rı olmamıştır. Ne yapılmalı? Ostazbike çok büyük acılardan sonra aynı can, aynı ten gibi sevip yaşadığı kocasını kendi elleriyle evlendirmeye karar verir. Romanda Ostazbike’nin çocuğu olmayışından dolayı üzül- mesi, başka bir kadından doğacak çocukları yetiştirmeye hazır olma- sı, çok sevdiği kocasına kendi öğrencisi Alime’yi istemesi, bütün bunlar olurken doğan iç çatışmalar, kendi çizdiği bu kadere dayanmaya güç bulması öyle bir verilir ki, Saide’yi ilahî bir kişilik olarak kabul etmemek mümkün değildir.

“Ul Eli İkilene  İdi”  (O  Daha  Tereddütte  İdi),  Ul  Eli  Üylenmegen  İdi (O Daha Evlenmemişti, 1916) romanlarında A.İshakî, önemli bir mese- leyi ortaya koyar. Tatar gençlerinin Rus kadınlarıyla olan beraberliklerini anlatır. O sıralarda bu tür ilişkiler başka Tatar yazarlarının eserlerinde de görülmektedir ama onlar genellikle ya ayrılma ya da bir facia ile biter.

“O Daha Evlenmemişti” romanında Ayaz İshakî kendine göre bir çözüm sunar. Şemsettin ile Anna’nın büyük aşkını çok güzel bir şekil- de tasvir eder. Onları birlikte yaşatır. Anna ve çocukların Müslüman ol- maları ihtimalini de göz önüne alır. Yazar burada Tatar kızlarına: “Siz de böyle Anna gibi sevmeyi bilin. Yoksa en yakışıklı Tatar gençlerinden mahrum kalırsınız.” der.

“Köz” (Güz) 1923’te Türkiye’de yazılmıştır. Ayaz İshakî yurt dışında yazdığı roman, hikâye ve sahne eserlerinde de, Devrime kadarki Ta- tar hayatını anlatır. Onlarda da millî meseleler ön plandadır. Eserde her millet kendi dilini, kültürünü, örf âdetlerini koruyup bağımsız yaşama- lı ana fikri verilir.

“Güz” romanında Ayaz İshakî soydaşlarından ayrılan beyler ve gerçek Tatar ailesinin hayatını tasvir eder. Tatar beyleri problemini 1914 yılında ortaya koyar. Bu tabakanın millî hareketten tamamen ayrıldığını anla- tır. Onları Rus okullarından aldıkları eğitimle Tatar dünyasına dönmeye çağırır. “Eğer böyle yapmazlarsa halk onları bırakacak. Onların durumu çok zor olacak.” der. Yine burada kendi dilinden, kültüründen ve hal- kından uzaklaşmanın nasıl dramatik bir finalle tamamlanacağını, ibret olacak şekilde ortaya koyar.

Eserde kendi mutluluğu için savaşabilen, doğru yolda giden Nefise’nin hayatı güzel bir şiir şeklini alırken, bey kızı Gülsüm kendini kuşatan çev- renin bir ürünü olarak uçurumun kenarına gelir.

Eserde yazarın konu yaratma ustalığı, dil, tasvir yeteneği oldukça geliş- miş olarak görülür. Psikoloji tam olarak verilmiştir. Bu romana Tatar imig- ratsiya (yurt dışında yazılan) edebiyatının klasik bir örneği diyebiliriz.

“Üyge Taba” (Eve doğru): Ayaz İshakî nin bu romanını, (1922-1938) uzun yıllar düşünmenin sonucunda doğan edebî bir ürün olarak gör- mek mümkündür. Burada; edebiyat, idare ve siyaset iç içedir. Ortaya konulan problem, tüm insanlığın ortak problemidir. Konu çok geniştir.

Olay I. Dünya Savaşı sırasında, Kafkasya’da Osmanlı-Rusya sınırında geçmektedir. 30 yıl Çar ordusuna hizmet eden, pek çok savaşa katılıp büyük kahramanlıklar gösteren Tatar albayı Timir Aliyev Osmanlı top- raklarına gireceği yerde, taburu ile geri çekilir. Bu nedir? İhanet mi? Suçlamayalım. İnsanlık idealleri açısından bakıldığında en doğru adım budur. Timir Aliyev “O kim için Müslümanların, kardeşlerinin kanını dö- kecek? Hangi taraftan bakarsan bak, kendinden aşağı olan fakat çok büyük dereceler alan Çar’ın generalleri diye mi?” şeklinde düşünür.

          Rusya, o zamanlarda adil olmayan savaşlar yapar. İngiltere’nin hazine- sini doldurmak için manasız kayıplar verir. Bilindiği gibi o zamanlar Bol- şevikler de Rus yönetiminin yenilmesini istemektedir çünkü bu, devri- mi yakınlaştıracaktır.

Eser; genişliği, dehşetli olayları ile M. Bulgakov’un “Beg” (Kaçış) roma- nını hatırlatır. İki yazar arasındaki en önemli fark şudur: Bulgakov’da, yeni yönetime karşı olan generallerin yabancı ülkelere kaçmaları, Ayaz İshakî’de ise millî kurtuluş ülküsü esastır.

“Üyge Taba” romanında Anadolu  “Ana  Vatan”  olarak  görülür.  Ta- tar halkı bağımsız yaşama hakkına sahip olmalı şeklindeki fikir öne çı- karılır. Roman, olayların dış görünüşlerinden çok asıl kahraman Timir Aliyev’in uyanması şarkı, müzik, tiyatroyu seven soydaşları çerçevesin- de verilmesi ile önem kazanır. 137

Piyesleri

Ayaz İshakî; Tatar edebiyatında, sanatında, medeniyetinde ve fikrî ge- lişiminde güçlü tesirler bırakan bir şahsiyettir. O, millî drama ve tiyat- ro sanatını da etkilemiştir. Tatar Profesyonel Tiyatrosu, sahnesini ilk defa 21 Nisan 1906’da, Ufa’da A.İshakî’nin “Öç Hatın  Bilen  Tor- mış” (Üç Kadınla Hayat) piyesiyle açar. Yazar, 15 sahne eseri yazmıştır. Bu piyeste, Tatarların yaşamı çeşitli yönlerden anlatılmıştır. İnsan sevgisi, mihribanlık ve adillik, piyeslerindeki önem verdiği konulardır.

1905 Rus İhtilâlinin getirdiği canlılık ve değişiklikler dramı ve tabii ki A.İshakî’yi de etkilemiştir. Piyeslerinde halka hizmet etmek, millî ve toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırmak için mücadele idealleri ön pla- na çıkar. A.İshakî, “Muallim”138, “Aldım-Verdim”139(1907),  “Tar- tışma” (1908), “Muallime” (1913) gibi eserlerini dram türünde ya- zar. Tatar toplumunda süregelen geri kalmışlıkları “Kıyemet” (1908) ve “Cemiyet” (1910) adlı satirik komedilerinde alaycı bir tarzla anlatır. Tatarların yaşadığı felaketleri anlatan “Züleyha” (1911-1917) dramın- da, Tatar milletini yok etmek, Hristiyanlaştırmak ve Ruslaştırmak için yapılan zulümleri, Tatarlar üzerinde oynanan oyunları, gerçekleştiril- mek istenen siyaseti tasvir eder. Piyeslerin çoğunda millî dram için yeni olan karakterler hâkimdir; başkalarının kölesi olmamak için mücadele- nin gerekli olduğu fikri  savunulur.  Ayaz  İshakî,  “millî  mücadele”  fikri- ni, “Tartışu” piyesinde de dile getirir. Milliyetçiliğin; ırkçılık ve sınıf ay- rımcılığı fikrini, içeriği zengin ve toplumda önemli bir yeri olan piyesle- rinde yansıtır. Piyeslerinde hayatı olduğu gibi  gösteren  yazar,  “Züley- ha” dramıyla, Tatar tiyatrosuna önemli yenilikler getirmiştir.

“Üç Kadınla Hayat”140 piyesi ilk kez Kazan’da basılır. İkinci basımı 1912 yılında gerçekleşir. Bu eser, yazarın sahnelendiği ilk eseri olmak- la kalmayıp aynı zamanda Tatar tiyatrosunda resmî izinle sahnelenen ilk oyundur. İzleyiciler bu eseri ilk kez 21 Nisan 1906 yılında Ufa Sahne- sinde izler. Profesyonel Tatar Tiyatro Tarihi bu piyesin sahneye ko- nulmasıyla  başlar.

  1. İshakî bu eseri hakkında şöyle der. “Bu dram, Tatar basınında kadın hakları için mücadele eden ilk kitap olduğundan, o zaman çok mukad- des kabul edilip pekçok kişi tarafından okundu. Çok kadınla evlilik me- selesinin edebiyat çevresinde de ele alınıp bu fikrin daha geniş alanlara yayılmasına ve her yönden tenkit edilmesine büyük hizmetleri olmuş- tu. Bu yüzden şu anda karşınızda duran Ayaz; bundan dokuz yıl önce- ki Ayaz’ın bazı fikirlerine karşı çıksa da, onun o devirdeki okuyuculara “doğru” diye kabul ettirmek istediği “Her cinayetin cezası vardır.” ku- ralına inanmasa da kitapta söylenen ufak tefek fikirlere (belirtilen gö- rüşlere) o zamanki ehemmiyeti vermese de bu fikirleri; kitabın esasını düzeltme, açıklamaları yeniden tashih etme, halk arasında da bilindiği gibi edebiyat alanında “Üç Hatın Bilen Tormış”ı bitirip, ikinci bir “Üç Hatın Bilen Tormış”ı başlamakla eski hataları, eski kusurları da düzel- terek bu kitabı bastırmaya karar verdi. Bu yüzden ufak tefek ibareleri düzeltmeden edemeyip, bütün tasvirleri önceki gibi bırakıp okuyucula- rımdan bu kitabı benim “son eserim” olarak görmelerini ve bu kitapta- ki fikirleri, benim şu anki fikirlerim olarak kabul etmelerini, onlara “eski düşüncelerim” şeklinde bakmalarını, bugünkü hatalarımdan dolayı da Ayaz’ı  ayıplamamalarını  rica  ediyorum.”141

Eserin konusu şöyledir: Kazan’ ın zenginlerinden Kerim, Esma isimli akıl- lı, sabırlı, itaatli hanımı ile güzel bir ömür sürdürmektedir. Ama Kerim yeniden evlenmeye kalkar. “Akıllı zenginler ev yapar, ahmak zenginler çok kadın alır” diyenin hesabı Kerim Esma’ya kuma olarak Meryem’i getirir. Esma buna çok üzülür ama aldığı terbiye nedeniyle sesini çıkar- maz. Fakat yıllarca kötü yolda yaşayan, pek çok erkeği elinden geçirmiş olan Meryem, söz dinlemeyen birisi olur. Hanımlarının üstüne gizli giz- li sevgili tutmaya çekinmeyen Kerim üçüncü kez evlenmek ister ve ken- disine para borcu olan birinin kızı Sorur’u alır. Kerim artık bütün vaktini Sorur’a ayırmaktadır. Meryem bütün kinini bu kıza yöneltir. Ona sade- ce laf söylemekle kalmaz dövmeye de kalkışır. Bir gün bu ikisi arasında çok şiddetli bir kavga çıkar. Kerim, Meryem’i boşamaya mecbur kalır.

Bundan sonra Kerim’in hayatı düzene girecek, mutlu olacak diye dü- şünülebilir ama hayır, yazar Kerim’i birbiri ardınca felaketlerle karşılaş- tırmaya devam eder. Sorur Kerim’i hiç sevmemektedir. Ayaz İshakî, Kerim’in son günlerini acınacak bir şekilde verir. Nihayet o da Sorur’un babasının durumuna düşer. Sonunda istemeyerek evlenen Sorur da ba- basının evine döner ve yine başlangıçta olduğu gibi sadece Kerim ile Esma kalır. Esma, küçük ve fakir evinde hastalanıp yatağa düşen koca- sına, eşyalarını satarak bakar. Ayaz İshakî için Esma’nın minnettarlığın- dan çok, Kerim’in yaptıklarına üzülmesi mesajını vermek daha önemli- dir. Yazar, Kerim’i cezadan kurtarma yoluna gitmez. Kerim, öylesine al- mış olduğu biletine büyük bir ikramiye çıkınca, son görev olarak bunu karısı Esma’ya verir ve hayata gözlerini kapatır.

Yazar bu eserinde eğitimsiz bir adamın hem kendisine, hem de çevre- sindeki insanlara yaşatmış olduğu olayları açıkça gözler önüne sermiş- tir. Burada eğitimin önemini bir kez daha anlıyoruz.

İki Gaşıyk” (İki Âşık) 1901 yılında Kazan’da yazılmış, 1903 yılında Orenburg’da basılmıştır. “İki Âşık”, güldürürken düşündüren bir eser- dir. Bu eserde de yine eğitimin önemi vurgulanmıştır.

Hurşit ve Abdülkayyum okumuş, bilgili kişilerdir. Ama etraflarındaki kişiler için böyle bir şey söylenemez. Abdulkayyum’un babası son dere- ce cahil, bütün yeniliklere karşı çıkan bir şahıstır. Üvey annesi de cahil- likte babasından geri kalmamaktadır. Birbirlerine büyük bir aşkla bağ- lı olan bu iki genç, toplumca yasaklanan birçok şeyi yaşarlar. Cinsel iliş- kiye dahi girerler ve çözümü evlilikte görürler. Burada yazarın belirli bir sınırda özgür bir aşka izin verme tarafında olduğu sezilmektedir. Hurşit

ile Abdülkayyum’un babası ve üvey annesi oğullarını zengin bir ailenin kızıyla evlendirmek istemektedirler. Karşı çıkamayan Abdülkayyum on- ların bu isteklerine boyun eğer ve Hurşit’le evlenemeyeceklerini anla- tan bir mektup yazar. Bu arada Abdülkayyum’un babası vefat eder. Bü- tün mala mülke sahip olmak isteyen üvey annesi kocasının beklemedi- ği bir zamanda vefat etmesi nedeniyle bir vasiyet alamamıştır. Ümidini kesip evle yetinmek zorunda kalır. Abdülkayyum’un babasının ölümüy- le iki âşık için bir engel kalmamış gibidir. Fakat Abdülkayyum diğer zen- gin kızla tanışmaya kalkışır.

Eseri  komedi   yapan   şey,   Abdülkayyum’u   evlendirmek   istedikle- ri zengin kızın Hurşit çıkmasıdır. Hurşit sevgisinden emin olmak için Abdülkayyum’un karşısına önce farklı bir şekilde çıkmıştır. Sonra ger- çek kimliğiyle karşısına çıkınca ise Abdülkayyum, daha önce bir kızla görüşmediği, ilk kez onunla tanıştığı gibi gerçek olmayan sözler söyler.

“İki Âşık”,  yazar  tarafından  komedi  olarak  nitelense  de  ancak  beşin- ci perdede komik bir durum gelişir. Piyesin ilk dört perdesi dram, hatta melodram olarak adlandırılabilir.

“Mögallim” (Muallim) dramı 1906 yılında Kazan’da yazılmış, 1907 yı- lında yine Kazan’da basılmıştır. Eserin ana fikri: “Halka hizmet etme yolunda yürüyen bir kişi kendi idealine bağlı kalmalı” felsefesidir. Burada ön planda verilen Salih, uzun zamandır halkı aydınlatma, yeni yaşam kurma konusunda büyük çabalar harcamaktadır. Onun evlen- dikten sonra dar görüşlü, küçük burjuva tesirine girip, tuttuğu yoldan uzaklaşması, pasifleşmesi ibretli bir şekilde anlatılır.

“Aldım-Verdim”: eser beş perdeden  ve  altı  sahneden  ibarettir.  Olay bir köyde geçmektedir. Ailesi tarafından istemediği birisine verilmek is- tenen bir genç kızın, kendi sevdiği kişiyle evlenmek ve onunla bir hayat sürmek için başından geçenler anlatılmaktadır.

İbrahim, Şakirov ailesinin çok yakın bir dostudur. Onlarla olan ya- kınlıkları sonucunda, başlangıçta İbrahim istemese de Şakirovlar’ın kızı Aliye ile aralarında bir aşk başlar. Aliye’nin annesi kızını, kızının terci- hi olan İbrahim’e vermek istemez ve bu konuda ailenin reisi olan Halil Bey’i de etkisi altına alır. Gençler artık yasak bir aşk yaşamaktadırlar ve önlerinde onları bekleyen kötü günlerin farkındadırlar. İşte bu kötülük- lerden bir nebze olsun kurtulmak için gizlice iki şahit bularak aldım ve

verdim142 yaparlar. Yapılan bu evlilik kısa süre içinde duyulur. Şakirovlar bunu bir aile şanının kirlenmesi olarak algılarlar ve bu yüzden bu evli- liği geçersiz kılmak için ellerinden geleni yaparlar. Bu arada Aliye’yi de İbrahim ile “evli” olduğu hâlde, bir başkasıyla evlendirmeye karar verir- ler. Oda hapsiyle cezalandırılan Aliye bunu öğrenince İbrahim’e kaçar. Bu arada Aliye’nin annesi ve amcası tarafından İbrahim’e kötü bir ifti- ra atılmıştır. Ancak Aliye, bunun bir iftira olduğunu, yaşanan olaylardan İbrahim’in hiçbir haberi olmadığını öğrenir. Şakirovlar kızlarının kaçtığı- nı anlayınca hemen İbrahim’in evine giderler ve burada herkes son söz- lerini söyler. Aliye, İbrahim’i sevdiği hâlde bir başkasıyla evlenecek ol- ması ile o insanları da rezil etmenin sorumlusunun kendisi olmadığını; seven iki kişinin ayrılamayacağını, bütün suçun annesinin olduğunu an- latır. Aliye’nin annesiyse, bütün bunları kızının iyiliği için yaptığını, sa- dece onu düşündüğünü söyler. Bu kez genç nesil, eski nesle karşı ga- lip gelmiştir. Artık gençler zorla tanımadıkları, istemedikleri, bilmedik- leri insanlar ile değil, tam tersi sevdikleri, bildikleri insanlarla bir ömür sürdürmek istemektedirler.

“Tartışu” (Tartışma) eseri 1908’de sürgünde yazılmıştır. Eserde, Tatar gençlerinin 1905 yılındaki devrim hareketlerine katılmaları anlatılır. Bu da tiyatro repertuvarına tarihî bir sayfa olarak girmiş ve bu tipteki piyes- lere yol açmıştır. “Tartışma” dramında  “Tatar  halkını  değiştirmek  bü- tün Rusya’da devrim yoluyla adil, demokratik bir düzen oluşturma neti- cesinde mümkündür”, şeklinde bir ideoloji ortaya koymuştur.

Bu eseri bastırmak ve sahneye koymak ancak 1917 yılında sansür kal- kınca mümkün olmuştur. A.İshakî’nin piyesleri, hikâye ve şiirlerine göre bu sansür köprüsünü daha zor geçmişlerdir. Piyesleri romanlarına göre güçlü sosyopolitik ve devrim içerikli olmaları nedeniyle sık sık uzun süre sansürde tutulmuşlardır. Ancak pek çok rica ve müracaatlardan sonra sahnelenmelerine izin verilmiştir. “Züleyha”  piyesi  de yine 1917 yılın- da sansür kaldırıncaya kadar bastırılamamış ve sahneye konamamıştır.

“Kıyamet” ve “Cemiyet” komedileri Petersburg’da yazılmış, Kazan’da basılmıştır. Bu piyesler A. İshakî’nin eserleri arasında hiciv

142 “aldım ve verdım”: “aldım ve vardım”. Şahitler huzurunda birbirleriyle artık evli ol- duklarını bildirerek, bir kağıda imza atılması. Hocalar yasal olarak bu insanlara başka biriyle nikâh kıyamazlar. özellikleri nedeniyle ayrıcalıklı bir yer alır. Her ikisinde de cimrilik, aç- gözlülük, hırs, cahillik kötülenir, okumuş gençlerin üstünlüğü belgele- nir. Petersburg sansürü sahneye koymak için bunları da uygunsuz bu- lur. Buna sebep olarak da “milyonerliğe karşı yöneltilen eleştirilerin faz- la oluşu, “Rus” kelimesinin çok hırpalanması” gösterilir. Bunlara rağ- men ikisi de sahneye çıkar. Mesela “Kıyamet” Orenburg’da oynandı- ğı zaman genç yaşlı, çoluk çocuk herkes gelir ve çok eğlenirler ve tem- silden memnun kalırlar.

“Cemiyet” komedisinde olaylar daha komik, sergilenen problemlerde- ki mizah unsuru daha geniş ölçüde verilmiştir.

Şerif Bey ölmeden önce halka faydalı bir iş yapmak ister. Bir cemiyet kurup mektepler açmak, fakirlere yardım etmek  için  10  bin  som  pa- rayı ortaya koyar. Piyes baştan sona bu cemiyetin nasıl olması gerekti- ğinden bahseder. Bu işe zenginler, din adamları, eğitimli gençler ve sı- radan insanlar katılır. Fakat hepsi de işten çok kendi menfaatini düşü- nür. Ortak fikre varılamayınca, bağırıp çağırmalarla, tüzüğün parçalan- masıyla eser sona erer.

“Züleyha”  1907  yılında  Çistay  Hapishanesinde  yazılmaya   baş- lanmış, 1911 yılında İstanbul’da devam edilmiştir. 1912 yılında ise Petersburg’da tamamlanmıştır. Bu eser, Tatarları zorla Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırmaya karşı büyük nefreti anlatan halk trajedisidir. Millî sö- mürgeci anlayışların, bunun bir sonucu olan Hristiyanlaştırma ve Rus- laştırmanın nasıl facialara yol açtığı, gayet yüce bir şekilde verilmiştir. Bu bütün bir halkın feci kaderini anlatan ilk geniş ölçekli sahne eseridir. A. İshakî burada, tarihte olan gerçek olayları anlatır. Yüzyıllar boyu ezile- rek yaşayan; dilini, dinini, örf ve âdetlerini, milliyetlerini koruyabilen Ta- tar halkının acınacak halini ve aynı zamanda ruh yüceliğini gözler önü- ne serer. Bunların hepsi kutsal denilebilecek Tatar kadını Züleyha’nın hayatı vasıtasıyla verilir.

A.İshakî “Züleyha”yı hangi şartlarda ve nasıl yazdığı, Petersburg’da gençlere onu gizlice ilk kez nasıl okuduğu, dinleyenlerde onun nasıl et- kiler bıraktığı hakkında “Bir Mahdumun Sayıklaması” adlı romanında bahseder.

“Züleyha” dramı ilk kez 19 Mart 1917 yılında, Kazan’ın Büyük Dram Tiyatro hareketinde yeni bir sayfa açar. “Züleyha” hakkında ilk fikri F. Emirhan açıklar: “Züleyha” usta bir kalemce yazılmış, gayet derin bir ruhanî olayı izleyicinin önüne getiren bir piyestir. Bu, eski yönetime kar-

şı kuvvetli bir iddianamedir”143 der. A.Kerem ise: “Ayaz Efendi güzel kalemi ile bu yürek parçalayan dehşeti gözlerimizin önüne canlı olarak koydu”144   der.

“Züleyha” halkın talebi üzerine 27 Martta yeniden tekrarlanır. A.İshakî’ kendisi gelir ve eser onun tarzı ile yeniden sahnelenir. Böylece eser tam şekliyle oynanır, daha güçlü yankılanır. Temsil bitince A.İshakî sahne- ye çağrılır ve hediyeler verilir. O da oyunculara ve izleyicilere teşekkürle- rini sunar.145 Daha sonra A.İshakî adına büyük bir toplantı düzenlenir. Bu toplantıda Ayaz İshakî konuşma yapar. O “Demokrat milletin de- mokrat muharriri” olarak tanıtılır. Kendisine toplumun her kesimi tara- fından samimi bir hürmet gösterilir.146

“Mögallime”  (Muallime)  1913’te   Petersburg’da   yazılmış,   yine 1914’te Petersburg’da basılmıştır. “Muallime” piyesine kadar Tatar sahnesinde hep zıt taraflar gösteriliyordu: eski fikirli zenginler, ahlaksız tüccarlar, ikiyüzlü ihtiyar kadınlar, bilgisiz din adamları. Fakat bu eser- le birlikte eski geride  bırakılır.  Meydana  yeni  tip  burjuvazi,  demokra- tik gençler çıkar. Burada, eski yaşamla savaş merkezde değildir. Çatış- malar kahramanların iç dünyalarına bağlı bir şekilde verilir. A. İshakî eserlerindeki tasvirlerinde, bu esere kadar az yer alan lirik – dramatik, felsefî – psikolojik, romantizm – yüce duygular gibi ayrıntılar öne çıkar. A.İshakî’nin hiç görülmemiş tipleri ortaya koyması bazılarını hayran bı- rakır, bazılarını ise düşündürür.

Burada kadın, meslek ve toplum hizmeti alanında önemli bir kişilik ola- rak karşımıza çıkar. Muallime Fatma dört yıldır öğretmenlik yapan 24 yaşında bir genç kızdır. Sibirya’ya bir okula öğretmen olarak atanır. Gel- diği okulu başarıyla yönetmekte olan  Abdullah  ona  âşık  olur.  Fatma ise başka birini sevmiş, sevgisine karşılık alamayınca kendisini mesleği- ne adamış, böylece Sibirya’daki bu okula gelmiştir. Abdullah’ın duygu- larına cevap veremez. İlk bakışta çok romantik gibi görünen bu konu için, mutlu son yazılmamıştır. İkisi de gelişmiş kişiliklere sahip olan bu iki gencin yalnızca rastlantı sonucu bir araya geldikleri için evlenmeleri- nin doğru olmayacağı, bir evlilikte erkeğin kadını sevdiği kadar, kadının da erkeği sevmesi gerektiği düşüncesi işlenmektedir.

“Can Bayeviç”147 1923’te Berlin’de yazılmış ve 1939’da yine Berlin’de basılmıştır. Piyesin kahramanı Şakircan, köyden şehre gelip ticarete baş- lar. Biraz zenginleşip ailesiyle mutlu bir hayat yaşarken, aniden aklına bir fikir gelir. “Nasıl kültürlü bir kişi olunur?” Ona göre, ismini Can Bayeviç olarak değiştirirse, hanımını Rus kadını gibi yaparsa, “çat pat” da olsa Rusça konuşursa, Ruslar gibi giyinirse, Rus yemekleri yerse, çay yerine kahve içerse, kültürlü olunur. Yazar bu eseriyle böyle karakter- deki insanları eleştirir.

“Dulkın İçinde”(Dalga içinde).148 Beş perdelik bu piyeste, Bolşevik ihtilali sırasında insanlara yapılan işkenceler, zulümler anlatılmaktadır. Bu dönem dünyayı sarsan savaşta meydana gelen olayları cesurane bir şekilde dile getirmektedir. Yazar eserde tüm bu olaylarla okuyucuları ta- nıştırır, insanların başlarından geçen olayları gözler önüne serer. “Oluğ Mühemmet” (Ulu Muhammet)149 Ayaz İshakî’nin son eserlerinden birisidir. O 1944-1947 yılları arasında İstanbul’da yazılmıştır. Burada Ka- zan Hanlığı’nın kuruluş dönemindeki olaylar anlatılmaktadır. Dramın temel kahramanı olarak Altın Ordu hanlarından Ulu Muhammet alın- mıştır. Ayaz İshakî okuduğu tarihi kaynaklara dayanarak, onu Kazan Hanlığı’nın kurucusu olarak göstermiştir.

Dr. Alsu Kamalieva

«Romantik Milliyetçi Ayaz İshakî»

Bir cevap yazın