Tatar edebiyatinin tarihçesi

1552 sene-i miladisinde Ruslar Kazan Hanlığını taht-i idarelerine aldıkları vakit Tatarların edebiyatı ne derecede idüğü malum değildir. Çünkü Ruslar Kazan’ın ekser ulemasını katl etdiklerinden ve medreselerini, camilerini harabe haline getirdiklerinden ve bütün Kazan Islam ahalisini şehirden sürdüklerinden, bunların medeniyeti ve edebiyatı hakkında bugüne kadar tarihen müspet bir şey elde edilememiştir. Askeri, ticareti ve medeniyeti var bir milletin ne gibi olursa olsun edebiyatı olması da tabii bulunduğundan, şimdiki halde elimizde o vaktin bir numune-i edebiyatı olmaması Ruslann umum Islam kitaplarını yaktıkları haberini te’kit etmesi lazım geliyor. Oyle olmasa şüphesiz bu edebiyatın eseri kalacak ve bize o vaktin medeniyeti ve edebiyatı hakkında malumat hasıl etmeye bir delil-i tarihi olacak idi.

Tatarlar Rusların taht-i tasarrufuna geçtikten sonra 17. asırda sessiz sedasız yaşıyorlar ve bu asırda da edebiyata ait bir şey birakmıyorlar. 18. asırda Tatarlar yavaş yavaş hareketlenmeye ve azalmış kuvvetlerini toplamaya başlıyorlar. Rusların Hristiyan etme fikrine karşı İslam için çekişmeler başlanıyor. Tatarlar tahsil-i ilm için Buhara’ya gitmeye ve bildikleri malumat ile millettaşlarını tenvir etmeye başlıyorlar. Buhara’dan sufiyeye ve dine ait kitaplar getiriyorlar. Havasımız arasında Buhara usülü din ilmi taammüm ettiği gibi ahali arasında da Buhara’dan getirilmiş Sebâtü’l-âsırin, Muradü’l-ârifin ve Üstüvâní gibi kitaplar taammüm etmeye başlıyor.

Bu kitapların hepsi de yazma olarak kullanıldığından, tabii bunların intişarı mahdut bir dairede kalıyor ve umum ahali kendisinin bir açık ifadeli bahadır hikâyeleri Han Kızı’nın kıssaları ile yaşıyordu. 19. asrın evvelinde Kazan’da birinci defa olarak Asya Matbaası, Arap hurufatı celp ettirip Kazan ağniyasının himmeti sayesinde Kur’an-i Azim’i tab’ ettirir [ettiriyor] ve bugünden itibaren Tatarlana edebiyatını ikinci bir dereceye giriyor.

Yavaş yavaş matbaa işi ilerliyor. Kur’an-ı Azim’den başka din kitapları, dualar, tılsımlar tab’ edilmeye başlanıyor. Daha bira sonra Yazıcioğlu Muhammed’in Muhammediye isimli şiir divanı neşredilip eski Türk şiirleri okunmaya başlanıyor. Sırasıyla bahadırlar hikâyeleri, peygamberler, evliyalar kıssaları neşrediliyor. Kitap ticareti taammüm edilmeye başlanıyor. Tacirler İstanbul, Misir ve Hintile iş görmeye başlarlar. Bu kitapları hepsi de eski Çağatayca yazısı Osmanlıca yazıldığından bunların ekserini ahali anlamıyor ve anla. sa bile güçlük görüyor idi. Bunun için ahalinin anlayacağı lisanda kitaplar neşredilmesi tabii idi. 19. asrın nısf-1 evvelinin ahirlerinde şu hareket başladı: Birinci olarak (Rahmetullah) Emirhanof isimli bir zat 1841 senesinde kırk senelik bir risale neşretti ve bunun sonra Abdurrahman Ilyasoğlu, Tatar hayatına ait birniçe [bazı] hikâyeler neşrine başladı, lakin ahalimiz o vakitlerde bu gibi hizmetleri takdir edemediklerinden yeni baharda meydana gelen şu edebiyat çiçeklerimiz cehalet veyllerinde battı ve birinci muharririmiz fakr ve sefalet sebebiyle verem hastalığına müptela olup edebiyat âleminden çekilmeye mecbur oldu. Abdurrahman yerine büyük muharrirlerimizden Aldülkayyum en-Nâsıri Efendi geçti. Müşarünileyh ahvalimizin fena idüğünü iyi bildiğinden ve tarik-i selametin Avrupa medeniyetini kabul etmekte idüğünde şüphe olmadığından Tatar lisanına Rusçadan fenni risaleler tercümeye, ders kitapları yazmaya ve her sene salname neşretmeye başladı. Lakin bunun hizmeti takdir edilmediğinden ve bundan başka hakkında ulemamız suizanda bulunduğundan kırk senelik edebiyata hizmetinde hiçbir vakit fakr ve sefaletten kurtulamadı. Hiçbir vakit kendisinin büyük tasavvurâtını ahaliye anlatmaya muvaffak olamadı.

Bu büyük muharririmizde yazdığı eserlerle dolu kütüphanesini bırakıp fakr ve zillet içinde vefat etti.

Abdülkayyum en-Nâsıri’nin yazdığı eserler gayet çok olduğundan ve bunları saymak için şimdi elimde vesâyit bulunmadığındı bunların ehemmiyetlileri hakkında söyleyeceğim. Coğrafya, tarih ilm-i hayvanat, nebatat, maâdin, hendese, hesap, heyet hakkında ayrı ayrı kitapları olduğu gibi ahlaktan da birkaç kitabı ve mektep çocukları için kıraat kitapları, elifbaları vardır.

Bundan başka bütün Tatar edebiyatının numünesi gibi toplamış Fevâkihü’l-Cülesâ isimli kitabı vardır ki, bu kitapta edebiyat, siir,  hikâye, eski kıssalar, avam şarkıları, eğlencelerin hepsi toplanmış, hepsi gayet güzel tarzda yazılmıştır.

Abdülkayyum en-Nåsıri lisanımız için büyük hizmet eden adamlarımızdandır. Bunun bıraktığı Lehçe-i Tatar isimli lügat kitabı bizim edebiyatımızın ilk büyük bir eseri idüğünde hiç şüphe yoktur. Müşarünileyh, ne kadar çok yazmış, ne kadar eser bırakmış ve yazdığı lisan gerçi Tatar lisanı ise de üslup cihetinden gayet muğlak yazdığından ve eski Çağatay usulünden ayrılamadığından bu muharririmizin eserleri edebiyatımıza numüne olacak derece değil idi. Bu sebepten Tatar edebiyatının müstakillen bir yolda hareket etmesi ve Tatar dilinin edebi dil olması için hikâyeler, nevsaller ve hatta romanlar yazan muharrirlere ve şairlere ihtiyacı var idi. Tabii olarak bu gibi muharrirler ve şairler ve böylece Tatar dili islah edilip Tatar edebiyatı meydana gelecek idi.

Yusuf, Kesik Baş, Ahir Zaman, Tütiname, Fezâilü’ş-şuhür, Sebätü’l-a-sirin, Seyfü’l-mülk, Muhammediye ve bunun gibi kitaplar asrımızın başlıca edebí eserlerinden idi.

Bu kitaplar ya bahadırların hikâyelerinden ibaret olduğundan veya sufilerin ahlaklarını terviç için yazıldığından tabii karilerin düşüncelerini eski asırlara doğru hareket ve eski asırları tasavvur ettirir. Ya onları sufiler meydanına bırakarak muhitlerine bambaşka bir hayal âlemine geçer ve şu meyanda yaşanıyor ve onlara başka älemde saâdetler vaat ediyor idi.

Yaşadıkları muhitleri, kitaplarda okudukları hayata hiç benzemediğinden ve hayatları daima tabiatla çekişmekten ibaret olduğundan ve edebiyatın gösterdiği sufiye ahlakının tatbiki hiç kâbil olmadığından, tabii hayat ile edebiyat arasında büyük bir tezat var idi. Bunun için ne kariler edebiyatı anlarlar, ne de edebiyat karilere rehber olabilir idi.

Abdülkayyum en-Nâsırî de edebiyat ile hayat arasındaki bu tezatı kıramamış, hayat ile edebiyat arasındaki bu boşluğu dolduramamış idi. Bundan başka hayatımızdaki türlü meseleler daima cevaplar istediğinden ve hayatımız muhitimiz olan Rusya hayatına tabii olarak Avrupalılaşmaya büyük meyli olduğundan, tabii hayatımızdan yazılan eserlere böyle ihtiyaç var idi.

O vakte kadar hayatımız karma karışık olduğundan ve ahalimizin tahsil gören sınıfı eski edebiyat tesiri altında yaşayıp bütün hayatımızı eski tarafa çevirmeye gayret ettiğinden, tabii eski hayat ve eski hayatın taraftarı ile yeni hayat ve yeni hayat taraftarı arasında büyük nizalar, kavgalar, çekişmeler olacak idi. Ve tabii olarak, yeni hayat taraftarları olan efkâr-i umumiyemizin timsali olan ulema-yı dini-yemizle münakaşa açacak ve onların hayatlarını, ádetlerini tenkit edecek ve psikolojilerini muahezeye ve belki istihzaya başlayacak idi. Filhal, öyle oldu. Tatar edebiyatımızın ikinci devresi hayatımızı tenkitten ve hususen ulema sınıfimıza hücumlardan başladı. Bu devrede edebiyatımızın psikolojisi lisan hem de meslek cihetinden evvelki devresine hiç benzemediğinden, şu devreden itibaren Tatar edebiyatı müstakilen hareket eden edebiyat halini almıştır ki bu devir hakkındaki mütalaa başka bir makalede izah olunacaktır.

 

Kazanlı Ayaz

 

“Tatar Edebiyatının Tarihçesi”, Türk Derneği, sayı 5 (1327 [1911)), s. 156-159 .

 

Kaynak: Ahmet Kanlıdere “Sosyalizmdan Türkçülüğe Kazanlı Ayaz Ishaki”, 183-186 s.

2019 yıl.

Ötüken Neşriyat A.Ş.

Bir cevap yazın