RUSYA MÜSLÜMANLARI: TATARLAR

Rusya İslamlarının Türkiye ile her ne kadar ilmi ve edebi münasebetleri olsa da, Osmanlı Türklerinin bunlar hakkındaki malumatları gayet az ve doğruluğu şüphelidir.

Bu iki büyük Türk kavimleri arasında muârefe peydâ etmek için Rusya İslamları, daha doğrusu Rusya Türklerinin içtimai, siyasi, medeni hayatları hakkında biraz malumat vermek istiyorum:

Rusya İslamları ve daha doğrusu Rusya’da yaşayan Türk kavimleri büyük Rusya’nın bütün etrafına dağılmış olduğundan her ne kadar bunlar milliyet cihetinden Türk iseler de, türlü ülkelerden, türlü isimler ile yad olunmaktadırlar ve küçük bir lisan farkı ile birbirinden ayrılıyorlar. Bunların İdil (Volga) nehri boylarında yaşayanlarına, Saray, Kazan, Astrahan hanlıklarının bakâyâsına umumiyetle “Tatar” diyorlar ve ticaret âleminde “Kazan Tatarı” ismini kullanıyorlar.

Ak İdil nehri boylarında, Kama nehri başlarında yaşayanlarını “Başkurt” diye tesmiye ettikleri gibi, Ural nehrinin Asya taraflarında bulunanlara “Büyük Kırgız” ve Sibir sahralarında yaşayanlarına “Kırgız ve Kazak” ismini veriyorlar. Kafkas’ta ve Kafkas dağlarının bu tarafında yaşayanlarına “Azerbaycan Tatarları” ve büyük Türkistan ahalisine de “Sart, Tacik” diye isim veriyorlar. Bunların hepsi de Türk kavminden ve hepsinin dilleri Türk dilleri ise de, tabii olarak komşu kavimlerin dillerinin, edebiyatlarının tesiri ile dillerinde küçük bir fark hasıl olduğu gibi, muhitin tesiriyle bunların hayat-ı içtimaiye ve medeniyelerinde de büyük bir fark vardır. Bunların bazıları hâlâ göçebe halinde yaşadıkları gibi, bazıları da hayat-ı medeniyenin en yüksek basamaklarına kadar ilerlemişlerdir. Edebi- yat, ilim cihetinden de büyük bir terakki göstermişlerdir.

Bunun için bunlara “umum Rusya Islamları” diye yahut “Rusya Türkleri” diye bir isim verip bunların medeniyetleri, ilim ve edebiyatları hakkında umumi bir hüküm çıkarılamayacaktır. Bunların ahval-i medeniye ve içtimaiyelerini ayrı ayrı tetebbu etmeli ve bunların hakkında ayrı ayrı fikirler söylemelidir. Bunun için ben bunlan Rusya’da söylendiği isimleriyle ayrı ayrı söyleyeceğim, bunların medeniyetlerini tetebbu edeceğim. Şimdiki sırada bunların en faalleri, istikbal için en ümitlileri, cismen ve ruhen en sağlamları Kazan Tatarları olduğundan, ben de bundan başlayacağım.

Kazan Tatarları

Rusya’nın Idil nehri boyunda, Nijni Novgorod, Kazan, Simbirsk, Samara, Saratov, Tambuk [Tambov], Petiz [Penza], Orenburg, Ufa vilayetlerinde yaşadıkları gibi bunların tüccarları bütün Rusya’ya dağılmışlardır.

Sibirya’nın en uzak şehirlerinde (Vladivostok), Maçurilerde ve Türkistan-ı Çini’de yerleştikleri gibi, Baltık denizi sahili vilayetlerinde ve cenubi Rusya şehirlerinde ve Türkistan’ın pek çok yerlerinde ticarethaneler, mağazalar açmışlar ve bütün ahali ile ticarete başlamışlardır. Şimdiki halde Rusya’nın hiçbir vilayetinde, hatta küçük şehirlerinde bunların olmadığı, bunların ticaretlerinin el sokmadığ bir ticaret kalmamıştır.

Bunlar için büyük Rusya dar olduğundan şimdi bir taraftan Çine ve bir taraftan Finlandiya ve Isveç, Norveç ve Osmanlı memleketierine kadar gitmişlerdir.

Bütün Rusya’ya ve Rusya’nın komşu memleketlerine dağılmış olan bu Tatarlar vatanlarından ne kadar uzak olsalar da vataniriyla bunların yaşadıkları şehirler arasında büyük kar dağları, uzuт uzadı nehirler, günler aylarla geçilecek mesafeler olsa da, bunlar vatanlarından ayrılmıyorlar. Bunlar vatanlarıyla, dilleri, edebiyatlar ådetleriyle bağlı kalıyorlar. Hem de hangi milletlerin arasında yassalar da kendilerinin medeniyet, örf ve âdâtını muhafaza ediyor. Vladivostok şehrinde Japonlar, Çinliler, Korelilerle münasebe bulunan bir Tatar, Rusya’nın en şimali vilayetlerinden Arkanjil [Arhangelsk’te] Samayidlerle ticaret eden bir Tatar ve nihayet İstanbul’da Osmanlı Türklerin[in] hayatı tesirinde otuzar, kırkar sekalan bir Tatar da kendi örf ve âdetleri ile, aile hayatlarıyla Kazan bir ailesinden hiçbir farkı yoktur.

Bu Tatarlar kendilerinin küçük medeniyetlerini, kendiletin ådetlerini büyük bir taassup ile muhafaza ediyorlar ve bunun su sinde asimilatsiya belasından kurtuluyorlar ve kendilerinin bir millet olarak terakki edeceklerini temin ediyorlar. Bunlar büyük Rusya’da ticaret ile yaşamakta ve kendilerinin vatanları olan Kazan etrafındaki umum ticarette de büyük bir rol oynamakta iseler de, bunların en büyük kısmı ziraatla yaşayan köylü ahalidir.

Tatarlar köylerde Ruslardan ayrı yaşıyorlar. Bunların köyleri (avılları) her ne kadar Rus köyleri ile komşu ise de, Rus ve Tatar karışık olan köyler pek azdır. Her köy kendi başına yaşıyor ve umur-ı dahili-yesini kendisi ifa ediyor. Kendilerinden köy polisleri tayin ediyorlar. Her köyün idaresi için İhtiyarlar Cemiyeti yapıyorlar. Köyün tarla ve sair arazisi köylerin erkekleri arasında müşterek olduğu gibi, avılları vergide bütün köyün vergisi hesap edilerek köylülerin hallerine göre tevzi edilmek suretiyle alınıyor ve fakirlerin hissesini zenginler vermeye mecbur ediliyordu. Fakat son senelerde vergi her şahsın kendi borcu gibi tanındığından yerleri, araziyi de köylülerin mülkünden ahalinin mülk-i mahsusu yapmak için nizamlar tanzim edildi ve bu nizamlar Duma’dan, Meclis-i Ayandan geçip Çar tarafindan tasdik edilerek kanun hükmünü aldı. Bunun sayesinde köylerin hayatında büyük bir karışıklık meydana getirilmedi.

Ziraatçi ahali ziraati kendi ailesi için yapmıyor. O ziraatın mahsülâtını pazara çıkarır ve bunun sayesinde temin-i maişet etmek istiyor. Bunun için tabii olarak ahalide ziraatı iyileştirmek ve ziraati terakki ettirmek ve az yerde çok para kazanmak fikri de meydana gelip ziraatçı ahali arasında yeni sapanlar, makineler isti’mal edilmeye başlanıyor. Şimdiki halde çiftçiler hep Alman sapanları, Almanbaskı makineleri kullanıyorlar. Bunun sayesinde ziraatı terakki ettirip tabii kendilerinin ahval-i maliyelerini de islah ediyorlar. Umur-diniye ve ilmiyelerine gelince; her köyde bir cami, bir mektep, büyük köylerde birkaç cami, birkaç mektepleri bulunuyor. Camiin masarifi ve imam ve müezzin efendilerin temin-i hayatları ahalinin vazifesi olduğu gibi, mekteplerin ve muallimlerin de masarifi ahalinin kendi cebinden çıkıyor.

Her ne kadar bizim Tatarlardan alınan vergiler Rus ahalisinden alınan vergilerden aşağı değil ise de, hükümet bizim mektep ve medreselerimiz için bir para vermiyor. Cami yapmak her ne kadar men edilmemiş ve imam tayini meselesinde ahaliyi intihap hakkı verilmiş ise de, tasdik etmek hakkı valilere aittir. Mekteplerimizin Maarif Nezaretine tabi ve binâberin mektep açmak meselesi bu tarik ile gayet güç ise de, umumiyetle ahalimiz bu nizama boykot yaparak Maarif Nezaretine müracaat etmeden mektepler açtıklarından hükûmet bu mesele hakkında israr gösteremedi. Bunun sayesind de on, on beş senede köy ve şehirlerimizde üç binden ziyade usul savtiye mektepleri açıldı ve talim-i iptidai ta’mimi meselesi pek çok ilerletildi. Şimdiki halde, her köyde bir ya iki erkek mektepleri oldiğu gibi kızlar için de ayrı mektepler vardır.

Aile hayatına gelince; köylülerimizle şehirlilerimizin arasında büyük bir fark yoktur. Tatarlar umumiyetle aile hayatını seviyorar ve ömürlerinin en çoğunu evlerinde kadınları, çocukları arasını geçiriyorlar. Ailede ne kadar efrat olursa olsun yemek içmek valtinde bunlar hep beraber yiyorlar, beraber çay içiyorlar. Tarlalarda bahçelerde de birlikte çalışıyorlar. Beraber iş görüyorlar.

Bu biraz serbestâne telakki olunur ise de, namus meselesi gar ehemmiyetle muhafaza edilmektedir. Namusunu pâymâl eden kızlar erkeksiz kalmaya mecbur oluyorlar. Köy ahalisi gayet misafirpene olduğundan, Rusya’nın uzun günlü kışlarını ekseriyetle birbirine misafir olmak ve birbiriyle çay içmek ile geçiriyorlar.

Ilim ve medeniyet cihetine gelince; bundan evvel mekteplerin ıslah edilmediği için ihtiyarlarımızda yazı yazan, okumak bile gayet az ise de, şimdiki gençlerimizin mektep görmeyeni, okuru yazmak bilmeyeni, din ve itikat, ilm-i hesap, coğrafyadan, tarihe az malumatı olmayanı gayet azdır. Kadınlarla kızlar da bu meseie hep birdir.

***

Şehir ahalisi ekseriyetle büyük şehirlerde ve ticaret merkezlerinde yaşıyorlarsa da bunların en çok bulundukları şehirler, Kazan,  Orenburg, Astrahan, Simibalatişka [Semipalatinsk], Ufa’dır. Bunlar ekseri bu şehirlerde ticaret ile yaşadığı gibi, büyük bir kısmı daamelelikle hayat geçiriyorlar. Tüccarlar kendilerini kâr ve kispler ile başlıca ayrı ayrı iki sınıfa bölünebilir: Büyük tüccarlar, küçük tuccarlar. Büyük tüccarlar birçok şehirlerde mağazalar açarak ve daire sermayelerini genişlettirerek malum dairelerin ticaretlerini ellerine almaya çalışıyorlar ve başka tüccarlarla tabii olarak müsademe ticariyede bulunuyorlar.

Sibirya’nın deri, yağ, et ticareti ve bütün Rusya’nın sebzevat ticareti az bir istisna ile Tatarlar elinde olduğu gibi, pek çok şehirlerde tuhafiye ve kumaş ticaretinde de bunların büyük işleri vardır. Bunlar tabii olarak şehirlerinin etrafında nasıl ahali olursa olsun hepsi ile ticaret yaparlar. Ve müsademe-i ticariyede mağlup olmamak için, işlerini ilerletmeye, ticaret ettiği ahalinin lisanını, âdâtını bilmeye mecbur olduğundan, tabii bu sinıf, ahalimizin en maarifperver, en münevver sınıfıdır.

Rusya memleketini Çinlilerin çay ticaretine alıştıran ve Ruslara çay içmeyi öğreten bu sınıf olduğu gibi, Türkistan ve Kırgız [Kazak] sahraları ile de ticarete başlayanların evveli bunlardır. Tüccarın en büyük kısmı tabii orta bir halde bulunan tâcirlerdir. Bunlar kendi kendilerinin sermayelerinin çokluğu ile değil, gayretleri ile kâr ediyorlar. Kendilerinin gayretperverliği ile bütün ticaret âlemine büyük tesirler yapıyorlar. Bakkaliye mağazaları, firıncılar, çayhaneler hep bunların elinde olduğu gibi şehirden şehre getirip türlü kumaşlar satanlar da bunlardır. Son senelerde bir kısım tacirler ahali arasında köyden köye kitaplar naklederek efkârın tenevvürüne, medeniyetin intişarına vasıta oldular.

Bu iki sınıf ekseriyetle şehirlerde kendi evlerinde, İslam mahallelerinde Ruslardan ayrı bir hayat geçirmek suretiyle yaşıyorlar ve mahallenin imam, müezzin, mektep, medrese masarifini temin ediyorlar.

Amele sınıfi… Avrupa’daki yersiz, evsiz, ocaksız fabrika amelelerine pek de benzemiyorlar. Bunların ekseri İlkbaharda köylerinde ziraat ile meşgul olduğundan Kış hayatı temin maksadıyla şehirlere gelen ve yazın giden ahalidir. Bunlar şehirlerin fabrikalarında hizmetlerde bulunurlar, arabacılık, hamallık ederler; kapıcı, karakolcu olurlar. Bunlar köyleriyle münasebetlerini kesmediklerinden, ailelerini köylerde bıraktıklarından paralarını oraya yolladıkları gibi, kendileri de şehirlerde misafireten yaşayıp kalpleriyle köylerine bağlı kalırlar. Bunlar bir taraftan şehirlerin medeniyetini köylere getirdikleri gibi, tabii olarak şehirlerin fena ahlaklarını, pis âdetlerini köylerine devrediyorlar. Bunun için bu sınıf ahali bütün ahval-i içtimaiyemize, âdât ve efkârımızın tebeddülüne büyük hizmet yapıyorlar ve eski maişetimizin temelini sarsıyorlar.

Köylerinden tamamen ayrılmış ve şehirlerde yerleşmiş, şehirler de hünerler ile yahut mağazalarda hizmetçi olmakla, ticaret odalarinda kâtip olmakla yaşayan amelenin birtakım intelijans kısmı da var. Bunlar fikren ve ilmen ahalimizin en ilerisinde bulunduklar gibi ihtilal-i medenimizde de rol oynamışlardır. Ve şimdi de kitap yazanlarımızın başlıca müşterileri olduğu gibi, efkâr-ı umumiyemizde de büyük tesir kazanmışlardır.

Kadınlarımıza gelince; onlar paralarını ekseriyetle emval-i gayri menkuleye değiştirmeyi sevdiklerinden büyük ticaretlere girmiyorlar. Mamafih, ufak mağazalara, küçük dükkanlara sahip olanlar da çoktur. Kadınların da amele sınıfı ikiye bölünüp birisi zaten köylü olduğu ve köyde merbut kaldığı halde şehirlerde ev hizmetçiliği ifa ettiği gibi, bir sınıfı da el hünerleri ile geçiniyorlar. Bütün Rusya milleti ahali-i İslamiyesinin kullandığı çitik (çizme), kellepuş, kalpak, işte bunlar bu sınıf kadınların el işi ile yapılmıştır.

Bu sınıf kadınlar ahval-i maliyelerinde hür olduklarından tabii sinde ailelerinde de erkeklerinden o kadar sıkıntı çekmiyorlar. Şeriat esasla celile-i İslamiyenin kendilerine bahşettiği hukuklarını tamamıyla ufak l muhafaza ediyorlar.

Bunlardan başka daha bir sınıf ahali varsa tabii o da ruhanilerve hayat- talebedir. Bunun evvelkisi bizim Rusya’da o kadar çok olmadığından ve bunların ahval-i maliyeleri her vakit ticaret sınıfının elinde olduğundan tabii bu sınıfın kendine mahsus psikolojisi yoktur. Bunlar ticaret sınıfının mürevvic-i efkârıdır.

Talebeye gelince; bunlar bizim hayatımızın en ruhlu, en nâzik, en asabi hem de çok tenkitçi ve en faal kısmıdır. Bunlar medreselerde tahsil ve kendilerine medreselerinde fünün-1 cedide talim edildiğirden, islah meselesine en evvel bunlar başladılar. Medreselerimizin islahını ihtiyacını en evvel bunlar mevzu-1 bahsettiler. Bağırdılar, medreselerimizin ağlanacak hallerini, edebiyatımızın berbatlığını en evvel bunlar gördüler. Bunun için bunlar söz ile, iş ile çalıştılar. Kendilerinin ahval-i hususiyelerini, medreseleri islah ile meşgul oldular. Sonra da bütün milletin umur-1 ilmiyesini islah etmeye başladılar. Ve bütün tebeddülatımızda büyük bir rol oynadılar. Bundan başka küçük bir intelijans sınıfımız vardır ki, bunlar da Rus mekteplerinde tahsil görmüş muallimler, avukatlar, doktorlar, muharrirlerdir.

Bu kısım ahali bütün hareketlerimizin ruhu olduğu gibi bütün kavmimizin de Avrupa maişeti tarafına yol göstericidirler. Bunlar bir taraftan Rus hükûmet-i müstebidesi ile ve bir taraftan da cahil ahalimiz ve mutaassıp ruhanilerimizle büyük mücadeleler yapmaya ve her medeni adımlarını büyük meşakkatlerle atmaya mecbur ve en ufak bir tebeddül için senelerce uğraşmaya, günlerle konuşmaya, uzun uzadıya kitaplar yazmaya, gazetelerden dahi bahsetmeye mah- kumdurlar. Şimdi bunların samimi hizmetleri biraz takdir edildi. Ahalinin büyük bir sınıfı bunların samimiyetini anladı ve yaptıkları hizmetler için alkışlamaya ve medeni hareketlerinde yardım etmeye başladı. Bunun sayesinde bunlar da mevkilerini muhafaza fikrinden emin olduklarından yavaş yavaş medeniyete doğru ilerlemeye ve milletimizi de medeniyete doğru hareket ettirmeye başladılar. Ve bunların sayesinde edebiyatımız, tiyatrolarımız meydana çıktı. Ve bunların sayesinde de mekteplerimiz islah edildi. Ve bunların sayesinde hayatımızın bütün etrafi tenkit edilip yeni hayatın temelleri, esasları kuruldu. Ve bunların sayesinde Avrupa medeniyetine doğru ufak bir pencere açıldı. Ahalimiz, Avrupa maarifinin parlaklığıyla münevver olmaya, fenní malumatlar ile terbiye edilmeye başladı. Ve hayat-ı medeniyede ileriye bir adım daha atladı.

***

Umur-1 İlmiye

Bunlarda medrese, mektep diye iki ayrı ayrı kısım mevcuttur.

Medreselerin programları, tertibatı Buhara’dan alınmış olduğundan bunların tedrisâtı da Buharí tedrisatına benziyordu. Ders kitapları hemen ekseriyetle Buharí ders kitaplarının aynı idi.

Bunlar her ne kadar ruhaní medreseler olsalar da, bunlarda tahsil görenler müderris, imam, müezzin olsalar da; medreselerde ulum-i Islamiye yok derecesinde az idi. Buradan çıkanlar hakâik-i Islamiyeyi bilmek şöyle dursun, İslam’ın en marufesaslarını, tarihini bile bilmezler idi. Kendilerini gayet ålim saymakla, en ufak, en ehemmiyetsiz meseleler hakkında günlerce münâzara etmekle beraber, tefsir ve hadisten hiç behreleri yok idi. Bunlar ekser ömürlerini eski Yunan felsefesi ile, eski mantık ile uğraşmaya hasrediyorlar ve elfäz kavgalarına gayet ehemmiyet veriyorlardı.

Bunun için, bunlar en ufak meselelerde büyük nizalar çıkararak meseleleri dağlar kadar büyütüyorlar ve meselenin hakikatini anmadan, düşünmeden saatlerce söylüyorlar, uzun uzadıya risaleler yazıyorlar idi. Bunlar, muhitlerini kendilerine mahsus bir nazara gördüklerinden, söylediklerini ne ahaliye anlatabilirler, ne de ahali bunları anlayabilirdi. Bunun için camilerde bunlar vaazlar söyledikleri zaman tabii ahali mış mış!… uyuyorlar, rüyalar görüyorlardı.

İşte bu medreselerin programları ve tertibatı ahalinin ihtiyacına kâfi olmadığından, buradan çıkanlar vazifelerini ifadan aciz olduklarindan bunların bu halde kalması mümkün değil idi. Ya dersler tebdil ve usul-i tedris islah edilecek yahut büsbütün münkariz olacakti. Bu, pek tabii bir şey idi.

Islah için ise, evvela Arab lisanının sarfinı Fârisice okutmak usulünü bırakmak ve Arap lisanını bellemek için nahvden her kitabın dibacesini okumak usulünü değiştirmek, hayat-ı içtimaiyemiz nokta-i nazarından muhtaç olduğumuz dersleri, mesela hesap, coğrafya, tarih gibi fenleri ilave etmek lazım idi.

Fakat eski imamlar, eski müderrislerimiz o derslere, o kitaplan alıştıklarından ve kendilerinin anlayamadığı bilgisizliğin bir ilim olduğuna büyük itikatları olduğundan tabii bu teşebbüsâta karşi durdular. O derece ki, islah taraftarlarını tekfire kadar cesaret ettiler.

Lakin medreselerin islahata ihtiyacı bedihi bir şey olduğundan ve kurün-i vustâ felsefesi ve usul-i tedrisi ile 20. asır müsademe-i havatiyesinde mağlubiyetten başka bir şey yapılmadığından eski kafadaki imamların ve müderrislerin bağırmalarına ehemmiyet verilmeyerek islahata başlandı. Yavaş yavaş yeni muallimler celbolunarak yeni fenler tahsiline, yeni tertibat icrasına ibtidar olundu. Az zaman sonra iki programlı medreseler meydana geldi. Ve eski medreselern islah edilmeyenleri rağbetten düştü. Nihayet medrese meselesine hitam vermek ve medreseleri tamamen islah etmek için, [1]906 senesinde bütün Kazan medreselerinin üç binden ziyade talebelen grev yaptılar ve medreseleri islah hakkında kendilerinin istediklerin ultimatom tarzında müderrislere takdim ettiler.

Bunların istedikleri islahatın en başlıcaları: Medreselerde fünün cedidenin tahsili, medreselerin ahval-i dahiliyesinde hifz-i sihhaka delerine riayet edilmesi ve medreselerin, büyük sınıf talebelerini intihap ettiği zevât tarafından idare olunması gibi maddeler idi.

Talebenin mutâlebâtını kabul etmek bir taraftan eski kafalı müderrisler için güç olmakla beraber, diğer taraftan da medreselerin islahı ve yeni muallimler celbi için lazım gelen para da yoktu. Bunun için bu mutâlebât kabul olunamadı ve yeni programlar tatbik olunamadı.

Bunun üzerine talebenin ekserisi eski medreseleri bırakıp islah edilen medreselere, Rus mekteplerine, İstanbul mekteplerine gitmeye mecbur oldular. Ve bu hareketin neticesi olarak pek çok medreseler talebesiz kaldılar.

Şimdiki halde medrese meselesi tamamen halledilmemişse de, ekser medreseler islahatı kabul ettiler ve yavaş yavaş yeni muallimler celp edip yeni fenler okutmaya, talebenin hayatını değiştirmeye başladılar.

Lakin şimdi mesele daha büyük bir mânia uğradı ki, parasızlık. Hükûmet medreselerimiz, mekteplerimiz için para vermediğinden, tabii bu masarif de ahalinin cebinden ifa edilecek, ahalimizin fedakarlığı ile yapılacak idi. Lakin ahaliden medrese islahı gibi medeni işlere para toplamağa hükûmet mâni olduğundan, bundan başka islah taraftarı müderrislerimizi takip ederek onları sürgünlere yolladığından, tabii bu hareketimiz itmam edilemedi, medreselerimizin tamamıyla ıslahına muvaffakiyet hasıl olamadı. Mekteplere gelince: Onların hali ise evvelleri daha fena idi. Her köyde, her mahallede mektep binaları olsa da, ve mahalle çocuklan üçer, dörder sene mektebe devam etseler de, bunların aldıkları malumat hiç derecesinde idi. Bunların yazanları, okuyabilenleri yüzde on nispetinden hiçbir vakit ziyade değil idi.

Bunun da sebebi, mekteplerimizde usul-i talimin fenalığı idirin Mekteplerimiz, imam efendilerin nezaretinde olsa da, imam efendisineler her gün bir veya iki defa mektebe gelseler de; talim ve idare işleri oradaki muallimlere havale edilmiş idi. Muallimler için ise muayyenleri maaş yoktu. Çocukların her hafta getirdikleri beşer, onar para ile yaşamağa mecbur idiler; bunun için tabii sağlam terbiye görmüş muallimler o mekteplere gidemiyorlardı. Yine iş köyün içinde her nasılsa biraz okumak belleyen amelimanda [iş yapma gücü kalmayan] sakat bir adama kalırdı. Mesela, muharebede eli-ayağı kopmuş bir asker, bir nefer biraz okuma bildiği için o mektep muallimi olurdu. Veyahut bir âmâ ki hiçbir is yapamıyor, çocukların terbiyesi verilirdi. İşte bu gibiler çocukları terbiye ve talim ederlerdi.

Fakat böyle muallimlerin malumatları Avrupa’nın iptidai mekteplerini ikmal eden çocuklardan da az olduğundan ve usul-i terbiy hakkında malumatları da “dövmek”ten öteye geçmediğinden; tak bunlar çocukları ne kadar dövseler de bunlara malumat veremezler bunların efkârını tenvir edemezlerdi.

Bundan başka, usul-i talimin usul-i savti olmaması ve çocukların İcik usulüyle okutturulması meseleyi daha fenalaştırdı.

Mesela, çocuklar mektebe gelince ilk başladığı ders sûre-i Fariha’nın birinci sözü olan “elhamd” idi. Ama bu “elhamd”i okuma için evvela şu sözdeki hurufatı güzelce bellemeğe lüzum olsa da çocuk hurufatın resimlerini hiç bilmese de ezber “elif, be, te, se…diye okutabiliyorsa, artık o bilir diye hükmolunup “elhamd” solüne başlanırdı. Ve bu da şu tarzda okunurdu: Ep sin elem yese kin. El haysin ha, el hamim yese kin, el handal tırdı; (elhamd).

Ve çocuk şu manasız sözleri ezberlemeye mecbur tutulur vehi usulde devam edilirdi.

Tabii çocuk ne kadar zeki olsa da, ne kadar çalışsa da ancak iki senede, o da gayet güçlükle biraz okumaya alışırdı. Hele biraz zaiise veya az çalışsa üç dört senede bile bir şey yapamazdı.

Bunun için bu usulün de değiştirilmesi ve mekteplerin esasn islah edilmesi hayat meselesi idi. Nihayet bu da oldu. Bu usule edilerek usul-i savtiye kabul olundu. Çocuklar gayet kolaylıklabr ayda okumaya, yazmaya başladılar. Mektepler o kaba, cahil soların elinden alındı; terbiye gören, usul-i talim bilen muallimie verildi. Maaş tayin olundu, muallimler fakr ve ihtiyaç sefaletin kurtarıldı. Şimdiki halde bütün Tatarların mektepleri islah edilmiştir des yalan olmayacaktır zannederim.

Mamafih, bunların hepsinde usul-i savtiye kabul edilmekle ber bütün mektepler aynı seviyede değildir. Muallimlerin terbir bilgilerine göre tabii mektepler de derece derecedir. Bazı me lerde usul-i talim 1slah edilmiş olmakla beraber güzel talim gürmuallim olamadığından mektebin idaresi islah edilmemiş ve gelen fenlerin tahsiline henüz başlanamamıştır. Fakat bunlar azdır. Yakında inşallah bunlara da muallimler yetişecek, bunlar da matlup dereceye gelecektir. Ekseriyetle mektepler çok müterakkidir; mükemmel muallimler sayesinde tarih, coğrafya, hesaptan güzel güzel dersler verilir ve bu sayede mektepler günden güne terakki ve tekemmül âsârı gösterir.

Fakat boyunduruk altında terakki mümkün mü? Hükümet yine karşımıza çıktı. Bu hareket-i medeniyemizi şiddet ve tazyikle karsıladı. Mektepleri islah için muallimlere ihtiyaç olduğundan, tabii dárülmuallimin açmak lazım idi. Lakin Rus hükümeti önümüze çıktı, hatta kendi masarifimizle dârulmuallimin açmaya ruhsat vermedi. Ve ruhsatsız açtığımız dârulmualliminleri polislerle kapattı.

Ve muallimlerimiz muallimlik şehadetnamelerinden başka polis dairesinden “bu efendi müstebit fikirlidir” diye yerli tasdikname olmayınca okutmaya ruhsat vermeyeceğini ilan etti. Hem de bu emir yavaş yavaş tatbik edilmeye başladığından, orada burada mektepler kapanmaya, muallimler hapse atılmaya, sürgüne yollanmaya başladi. Bunun üzerine mektep meselesi şimdi dehşetli bir müsademe-i siyasiye devresine girdi.

***

Mektep ve medreseleri islahı için ders kitaplarının da değişmesi lazım geldiğinden tabii bu teceddüdât-ı medeniyenin edebiyatımıza da büyük tesiri oldu.

Mekteplerde çocukları kolayca okutmak ve yazdırabilmek için usul-i talim ve terbiyeye muvafık olarak tertip edilmiş elifba ve kıraat kitapları lazım olduğundan, ilk adım elifbalardan başladı. İki üç sene zarfinda on dört usulde elifbalar zuhur ettiği gibi kıraat, ilm-iere hal, hesap, coğrafya kitapları da vaktinde yetişti. Elifbalarda usul-I savti kabul edildiği gibi, ilm-i hal kitaplarında da usul-i tedricî ihtiyar olunup Tatarca herkesin anlayabileceği lisanda birkaç ilm-i hal meydana konuldu. Kıraat için de Tatar dilinde güzel güzel eserler neşredildi.

Islah mekteplerimize münhasır olmayıp medreselerimize de dokunduğundan, tabii medrese dersleri için de kitaplar hazırlanmaya başladı. Evvela, sarf-1 Arabi’yi Fârisíce talim etmek usulü kaldınldı. Tatarca sarf kitapları meydana getirildi ve sırayla nahv-1 Arabi için de ders kitapları yazıldığı gibi, mantıka ve akaide aid eserler de kendi lisanımızda zuhur etmeye başladı.

Väkia bu kitaplar en son usul-i terbiyeye tamamıyla muvafik olarak yazılmış diye iddia edilemez. Fakat evvelki kurün-1 vusta usullerine nispeten bin derece iyi idi. Bunun için mümkün mertebe umur-i islahı kolaylaştırdı. Mamafih şimdi bunlar da kâfi gelmiyor günden güne yeni eserler, yeni kıraatler neşr olunuyor, yeni usuller tatbik olunuyor. Şimdiki halde bu hareket daha tamam olmamıştır. Tamam olması için de daha hayli bir zaman devam edeceği anlaşılyor.

Mektep terbiyesi gören çocuklara mektep haricinde malumatlarını genişletmek için fenní, ilmí, edebí kitaplara da ihtiyaç hissedildi.

Yavaş yavaş fenni risaleler ve hayatımızı musavver hikâyeler görülmeye başladı. Risalelerimiz tenvir-i efkâra hayli hizmet ettiler. Heyet, tabakatülarz, hayvanat, nebatat gibi fenleri gayet sade ve açk yazarak karilerin âlem hakkında ve yaşadıkları muhit hakkında bir fikr-i fenni hasıl etmelerine çok yardım ettiler.

Bu küçük risaleler, kitaplarla ahalimizin kafasına sokulan doğru fikirler karilerimizde bir hareket husule getirdi. Kendimizin, muhitin ne olduğunu ve medeniyetçe ne derecede olduğumuzu göstermek ve islaha hangi cihetten başlamak lazım geldiğini tayin etmek icap etti. Binaenaleyh ahval-i iktisadiye, içtimaiye ve medeniyemizi tenkit ve takdir eden eserler meydana geldi.

Bunun üzerine mesele genişledi. Daha vâsi mikyasta çalışmak lazım geldi. Bu meseleleri ufak ufak risaleler halle kifayet etmedi. Büyük gazeteler ve risale-i mevküteler neşrine ihtiyaç hasıl oldu ve bunları meydana getirmek için teşebbüslerde de bulunuldu.

Fakat Rus hükümetinin o vakitteki siyaseti, bizi mutlaka Ruslastırmak idi. Kendi dilimizde kitaplar, risaleler ve gazeteler neşretmes ise o fikirler için bir sedd-i mâni idi. Bunun için bu neşriyatı hususunda ne yapmak, ne kadar mânialar çıkarmak lazım geldiiyt yapmaktan, çıkarmaktan geri kalmadı. Kazan’da dört beş adar tarafindan gazete neşrine izin istenildi. Hiçbirine sebep beyan edimeyerek reddolundu.

O vakitler Rusya’da sansür var idi. Ve İslam kitaplarına mahssansür de tâ Peterburg’da idi; o zaman bir risale neşretmek Peterburg’a müracaata mecbur idiler ve aylarla, yıllarla elendika sonra kitabın en güzel yerleri kırmızı mürekkeple çizilerek bütün kıymet-i edebiye ve fenniyesi bozulmuş olduğu halde ruhsat verilirdi.

Rus hükümet-i müstebidesinin medeniyet aleyhindeki bu hareketi her ne kadar haksız olsa da ahalimizin kalbini ne kadar cerihadar etse de, o hükümet-i müstebide ile açıktan açığa müsademe yapmaya ve kendimizin şu hukuk-1 medeniyemizi muhafaza için çekişmeye kuvvetimiz olmadığından, tabii süküt etmeye ve firsat beklemeye mecbur idik.

Gazeteler neşrine ruhsat verilmemekle, kitaplar için büyük mânialar çıkarmakla beraber, biz yine me’yus olmayarak ellerimizden kalemlerimizi bırakmadık. Hükümetin takip ettiği siyaset hakkında süküt etmeye mecbur olduğumuzdan, bütün kuvvetimizi kendi ahvalimizi tenkide çevirdik. Bu sayede on, on iki sene zarfinda birçok eserler vücut buldu, fikirler oldukça parladı ve yükseldi. Bu teali-i efkâr sayesinde hayat-1 medeniye ve siyasiye hakkında yeni fikirler doğmaya, intişar etmeye ve şu fikirlerin etrafinda ufak ufak firkalar toplanmaya başladı. Tatar milletinin istikbali hakkında yalnız mekteplerde, medreselerde değil, çayhanelerde, mağazalarda bile muhakemeler edilmeye başladı. Düşünceler genişledi, muhakemenin dairesi büyüdü, meseleler çoğaldı.

Kurūn-i vustâ fikriyle dolan kafalar ahvalimizin islahı tarikini maziden özlemeye ve meselenin hallini maziden beklemeye başladılar. Bunların fikrince iktisadi ve siyasi hukuktan mahrumiyetimizin sebebi eski hal-i ataleti bırakıp islah ve faaliyet tarikine süluk etmek ve onların sözlerine iltifat etmeyerek mektepler, medreselerimizi 1slaha kalkışmak imiş. Bunun için bunlar ahaliye nasihatlerde bulunarak eski bırakılan yollara avdet ettirmeye çalıştılar. Tarih ise maziye doğru hareket edemeyeceğinden, tabii bu sözler tesirsiz kaldı. Efkâr-ı münevvere erbabı, ahvalimizin fenalığının sebeplerini ahalimizin cehaleti ve mektep, medreselerimizin azlığı, edebiyatımizın fakirliği olduğunu söyleyerek komşu akvamdan ibret alarak ahaliyi çalışmaya davet ettiler.

Bu iki fırka arasında münâzaa uzadı. Ahalimiz de bu iki firkaya ayrıldı. Müsademe genişledi. “Eskilerle yeniler münâzaası” bütün Tatar hayatını doldurdu. Yenilerin eskilere galebe çalmağa başladığı stralarda idi, Rus-Japon muharebesi ve Rusya ihtilali zuhur etti, bu meseleyi halletti. Eskiler mağlup oldular. Yeniler büyük bir firka olarak meydana atıldılar. Vaziyetleri değişti. Evvela hücum edenler şimdi kendilerini muhafazaya mecbur kaldılar. Bütün hayatımız sarsıldı. Birçok meseleler ortaya konarak kat’i surette cevaplar sorulmaya başladı.

***

Rusya idaresinin idare-i meşrutaya değiştirilmesi ve bütün Rusya ahalisinin kanun-1 medeniyeleri olan hürriyet-i şahsiye, hürriyet-I içtima ve hürriyet-i matbuatın hiçbir veçhile sıkıştırılmaması hakkındaki 1905 senesinde 17. Teşrin-i sani [Kasım] Manifest’i (hatt Çari) bütün Tatarların ahval-i siyasiyelerini değiştirmiş ve onlara da Rusya’nın köleleri değil, Rusya’nın diğer ahalisiyle haklarında müsavi olduğunu bildirmiş idi.

Bu manifest her ne kadar tatbik edilmemişse de, hürriyet-i şahsiye ilan edildiği günde bütün Rusya’nın sokakları insan kanıyla boyanmışsa da, bizim Tatarların hayatında bu manifestin büyük tesiri olduğu inkar olunamaz.

Bütün Rusya ahalisi gibi biz de “hukuk, kuvvetle mahfuzdur”, “hukuk verilmez, alınır” kaidelerini hatırdan çıkardığımızdan, su hukuklarımızı muhafaza için büyük büyük kuvvetler tesisine lüzum olduğunu ve büyük kuvvetlere istinat edemezsek Rusya’nın istibdatçılarına mağlup olarak şu hukukumuzu kaybedeceğimizi düşürmemiş idik ve düşünenlerimiz olduysa bile bu fikri umum ahaliye kabul ettirememiş idik. Daha doğrusu, Rusya’nın bütün iktisadi, içtimai hayatı karmakarışık gittiği vakitte bunları düşünmeğe vakit bulamamış ve istibdatçıların memleketten firar ettikleri vakit bunların bir daha hükûmet başına geçeceklerini hatıra bile getirememiştik. Bütün Rusya’da ihtilalin galebe çalması ve bu ihtilalcilerin iktisadi ve içtimai millî meseleler hakkında fikirlerinin gayet geni olması da hukuk-ı milliyeleri muhafaza edileceği hakkında bütün ahalimize büyük bir kanaat vermiş idi. Bunun için ilan-ı hürriye manifestinin bağışladığı hukuklar sayesinde biz kendi hareketimis derinletmeye başladık ve bu vakte kadar hukuk-ı medeniyenin olduğunu bilmeyen ahalimize fikrimizi anlatmaya başladık.

Rusya ihtilalinin sebepleri Türkiye ihtilalinin sebeplerinder başka olduğu gibi, Rusya ihtilalinin aldığı renk, gittiği yol da bun başkadır. Türkiye’de asker idare-i meşrutiyeti birtakım cühelar tasallutundan muhafaza için, kılıçlar, toplar istimaline mecbur oldugu halde, Rusya’nın asker ve hususiyle zabitân ve bütün memurların tagallübünden kendi hukuklarını muhafaza için ahali kılıç, tüfek, bomba kullanmaya mecbur olmuş ve iki sene devam eden şu hukuk nizaindan ahali ile memurlar ve asker arasında pek çok kanlı vak’alar olmuş idi.

Bundan başka, bu nizalar istibdatçılar ile ihtilalcilerin kavgaları yalnız bir fikir, bir meslek nizaı olmayıp, menfaat kavgası idi.

Rusya’nın en çok ahalisi ziraatçı olduğu için, tabii yer meselesi bu memleketin hayat meselesidir. Rusya’nın doksan milyonu ziraat ahalisinin arazisi, yüz otuz bin zadegân sınıfinın arazisinden eksik olduğundan, tabii bu haksızlık ne tarik ile olursa olsun halledilmeli ve ziraatçı ahaliye yer verilmeli idi. Lakin zadegân sınıfının menfaatini muhafaza eden hükûmet bu meselede zadegânın gönlünü kırmamak için, manifestte (hatt-ı Çari’de) yer hakkında bir söz söylememişti. Bunun sayesinde pek kesir olan ziraatçı Rusya köylüsünün ihtilalin kucağına atmış ve bütün Rusya’da yer nizalarına (agrar meselelerine) yol açmış idi.

Bizim Tatarlar da kendilerine hayat-ı iktisadiyelerinde muhitleri olan Ruslara tabi olduğundan, tabii bizim ziraatçı ahalimiz için bu mesele de gayet ehemmiyetli idi. Bunun için bizim de arazi sahibi zadegânımızla ziraatçı ahalimizi menfaat ayrı ayrı iki firkaya, iki mesleğe ayırması tabii idi.

Bundan başka, ahalimizin amele kısmı, mağazalar hademeleri, ticarethaneler kâtipleri kendilerinin arkadaşları olan Rus ameleleriyle beraber hareket etmeleri ve onların gittiği yol ile maaşlarının çoğalmasına gayret etmeleri de tabii idi. Bunun için bu vakte kadar kendisinin hukuk-1 milliyesini muhafazada beraber çalışan ahalimiz ile zenginlerimiz menfaat nizainda burjuvazi (ashâb-i emval) kismi ile amele kısmına ayrılmaya mecbur idi. Şu esbab-i mucibeden dolayı efkâr-ı umumiyemizin tercümanı olan matbuatımızın da iki kısma ayrılması tabii değil mi idi? Böyle olacağı şüphesiz ve pek tabii idi.

Yukarıda söylediğim gibi bizim Rusya Tatarlarının gazete, ceride neşretmesine ruhsat vermezlerdi. Koca bir milletin yalnız Kırım’da neşredilen bir Tercüman gazetesi vardıysa da, Volga nehri Tatarları umumiyetle Kırım şivesini anlamadığından, ahalimizin en az bir kısmı bu gazeteyi okuyabilir idi. 1902 senesinde Tiflis’te Şark-ı Rus namında Muhammed Ağa Şahtahtinski’ tarafından daha bir gazete neşredilmeye başlamışsa da, bu gazetenin de lisanı Azeri Tür şivesinde olduğundan, bu da bizim ahalimiz arasında taammüm edememiş idi.

Bunun için ilan-ı hürriyetten sonra bizim en büyük düşüncemiz tabii Kazan şivesinde gazete neşrine başlamak idi. Lakin yukarıda söylediğim sebeplerden dolayı erbab-1 kalemimiz de iki mesleğe, iki fikre ayrıldığından, bir gazete tarafında toplanmaları mümkün değildi. Bundan başka, eskiler de hürriyet-i matbuattan istifade ederek kendilerinin eskiliklerini neşretmeye çalışacaklar ve kendilerine mahsus gazete yapacaklardı. Tabii olarak birkaç gazete meydana gelecek ve birkaç meslek takip edilecek ve gazeteler arasında meslek nizaları meydan alacaktır.

Bizim Rusya Tatarları kendilerinin ahval-i ruhiyeleriyle Osmanlı Türklerinden, husüsan İstanbul ahalisinden bambaşkadır. Biz hepimizde ideyal (ideal, yani gâye-i hayal) ile yaşıyor ve ideal dairesine toplanıyoruz. Takip ettiğimiz ideal için büyük fedakarlıklar idi ediyoruz. Her şeyden mahrum bile kalsak mesleğimizi muhafa ediyoruz. Bizde Osmanlı Türkleri gibi elbise değiştirircesine meslek değiştirmek hiç yoktur. Osmanlı Türklerinde taammüm ede mesleksizlik bizde yoktur. Bundan başka biz her şey hakkında açtmalum fikirler beslemeyi seviyoruz. Ve dumanlı, anlaşılmaz sözleri ibareleri sevmediğimiz gibi, bütün hayat meseleleri hakkında ap fikirli olmayanları sevmiyoruz. Biz bir kitap hakkında bir ten yazsak, bir âdetimiz hakkında bir söz söylesek, bir fikr-i felsefi bakış hakkında konuşsak hep açık, sarih konuşmayı tercih ediyoruz.

Bir fikir hakkında, bir kitap hakkında biz sizin gibi hiç man haiz olmayan cümleler uydurmayı ve sonradan “güzel, çok gü medhleriyle bu manasız cümleleri medh ü senâ eylemeği hiç ketmiyoruz. Bizim dimağımızda gayet büyük tahlil kuvvesi olduğdan, biz her fikri tahlile başlıyoruz ve tahlilden sonra büyük kitlere girişiyoruz. Bütün gazetelerimiz, bütün edebiyatımız ber davalarımın büyük delilleridir. Sizin otuz, kırk sene devam edebiyatınız gayet az bir istisna ile Madam Katrini, Madmazel Mösyö Jurjek muhabbetleri, fecayileri ile uğraşarak milli edebiyatimiza ait utanacak derecede az kitaplar meydana getirdiginiz halde ve bu kitaplarin da cogunu on-on bes sene sonra (eger Osmanli Türkleri fikren simdiki hallerinden gecebilirlerse) peynir ve zeytin devsirmekten baska bir seye yaramadığı hadise, biz on, on iki sene rarfinda kiymet-i edebiyesi ve kiymet-i milliyesi cihetinden servet-i milliye namina kesb-i istihkak eden edebiyat meydana getirdik. Bu ciddiyetini, meslege olan buy ilk muhabbetimiz tabii gazetelere de tesir edecek idi. Bunun için gazeteye biz baska bir nazarla bakiyor ve gazeteyi de mutlaka meslek miirevvic-i efkari diye taniyorduk.

Her gazetenin malum ve muayyen bir meslek gazetesi olmasi ve su gazetenin kendisini kabul ettigi meslek-i felsefiden ayrilmasi icin ciddi sermuharrirler lazım oldugundan, bizde Osmanlilardaki gibi patenteli patentesiz her hafiye tabii gazete nesrine baslamayacak ve baslasa bile hiç parasiz kalacak idi. Bizde gazeteler malum bir firkanin murevvic-i efkari idi. Gazete idareleri malum bir parti kulubii idi. Gazete muharrirleri malum partiler fedaileri idi. Bunun icin bu gazetelerin gidisleri ile tanismak için Rusya Tatarları arasındaki firkalarla tanismaya luzum gorüyorum.

 

Anlatmalar:

Ayaz Ishaki, “Rusya Müslümanları: Tatarlar”, Sırât-i Müstakim 2: 51 (13 Ağustos 1325 (26 Ağustos 1909]), s. 398-399 ; II/52 (20 Ağustos 1325 [2 Eylül 1909]), s. 415-416 ; II/53 (28 Ağustos 1325 [9 Eylül 1909]), s. 14-16; III/55 (10 Eylül 1325 [23 Eylül 1909]), s. 47-48. II/56 (17 Eylül 1325 [30 Eylül 1909]), s. 60-62.

 

Kaynak: Ahmet Kanlıdere “Sosyalizmdan Türkçülüğe Kazanlı Ayaz Ishaki”, 151-167 s. 2019 yıl. Ötüken Neşriyat A.Ş.

Bir cevap yazın